1 / 67

F I K R A

F I K R A. F I K R A. Bektaşî’ye sormuşlar: -Ramazan gelince ne yaparsın?... Cevap vermiş: -O beni bilir. Eğer canımı sıkarsa yeyiveririm. Fıkra.

berit
Download Presentation

F I K R A

An Image/Link below is provided (as is) to download presentation Download Policy: Content on the Website is provided to you AS IS for your information and personal use and may not be sold / licensed / shared on other websites without getting consent from its author. Content is provided to you AS IS for your information and personal use only. Download presentation by click this link. While downloading, if for some reason you are not able to download a presentation, the publisher may have deleted the file from their server. During download, if you can't get a presentation, the file might be deleted by the publisher.

E N D

Presentation Transcript


  1. FIKRA FIKRA

  2. Bektaşî’ye sormuşlar: -Ramazan gelince ne yaparsın?... Cevap vermiş: -O beni bilir. Eğer canımı sıkarsa yeyiveririm.

  3. Fıkra • Fıkra, malzemesi dile dayanan sözlü edebiyat mahsulleri arasında şekil ve muhteva bakımından kendine has karaktere sahip müstakil edebî bir türdür. • “Fıkra” kelimesi dilimize Arapça’dan geçmiştir. Dilimize başka dillerden geçmiş olan pek çok yabancı menşeli kelime gibi, "fıkra" kelimesi de zamanla çeşitli kavramları ifade etmekte kullanılmıştır.

  4. Fıkranın tanımı • A. Vefik Paşa, fıkraya "parça, cümle, kısacık hikaye, bend, madde, omurga kemiği, • Şemseddin Sami ise, “1.Omurga kemiği; 2.Makale ve yazının ayrıca bir kelam veya bahis teşkil eden ve makale veya yazının makaleden ayrılabilen parçası, 3. Nizam ve kanun veya kavaid-i ilmiyye ve fenniyye kitaplarında bend, madde, 4. Küçük hikaye, kıssa karşılıklarını vermiştir.

  5. Fıkra • M. Nihat Özön, "1. Nasreddin Hoca, İncili Çavuş hikayeleri gibi kısa, nükteli, hikmetli hikayeler; 2. Paragraf; 3. Bir yazı içinden alınmış bir veya birkaç cümle; 4. Tanzimat'tan sonra tiyatro eserlerinde perdenin ayrıldığı bölümlerden her biri; 5. Edebiyat-ı Cedide'de küçük hikaye; 6. Kronik" ve Türk Ansiklopedisi "tanınmış bir şahsiyetin özlü bir sözünü, nükteli bir cevabını, hoş bir tepkisini ilgili tarih olgusu içinde toplayan gerçek veya gerçeğe yakın bir hikayecik"şeklinde açıklamaktadır.

  6. Türk fıkralarını • Türk fıkralarının ilk derleyicilerinden Çaylak Tevfik, fıkranın “mesele-i hikmet” ve “müessir bir mesele-i ibret” olduğunu kaydeder. “Mültekatat-ı Letaif”, sahibi Hayrettin, “rumuzlu, nükteli sözlerle hazırcevapları” ve “düsturu’l amel”; Ali Muzaffer, “kelamın ruhu ve sıkıntılı zamanların medar-ı inşirahı” gibi vasıflarına işaret ederler.

  7. Türk fıkralarının ilk derleyicilerinden Çaylak Tevfik, fıkranın “mesele-i hikmet” ve “müessir bir mesele-i ibret” olduğunu kaydeder. “Mültekatat-ı Letaif”, sahibi Hayrettin, “rumuzlu, nükteli sözlerle hazırcevapları” ve “düsturu’l amel”; Ali Muzaffer, “kelamın ruhu ve sıkıntılı zamanların medar-ı inşirahı” gibi vasıflarına işaret ederler.

  8. Fıkra • Türk fıkralarını ilk defa belli bir ölçüyü esas kabul edip tasnif etmiş olan Faik Reşad da, fıkranın tarifi hususunda, yeni bir görüş ileri sunmaktan ziyade, yukarıda belirtilen düşüncelere eserinde yer vermiştir. Bundan da anlaşılıyor ki, Cumhuriyetten önceki devrede “fıkra, edebiyatla uğraşanların dikkatini sadece eğitici ve eğlendirici karakteri dolayısıyla çekebilmiştir. Derleyiciler de fıkraları bu hususiyetlerine ehemmiyet vererek derlemiş ve yayınlamışlardır.

  9. Fıkra • Türk dilinin yazılı kaynaklarında fıkra ile ilgili ilk kayda Kaşgarlı Mahmud'un "Divân-ü Lügati’t Türkünde rastlamaktayız. • Kaşgarlı, "Küg ve Külüt kelimelerini, “Halk arasında ortaya çıkıp insanları güldüren şey", "Halk arasında gülünç olan nesne" şeklinde açıklıyor. Hiç şüphesiz bu kelimeler, İslâmiyetten önceki Türk hayatında anlatılan fıkralara verilen isimler olmuştur.

  10. İslamiyetten sonra bu neviden hikayeler, Türk dilinde, “hikaye, kıssa, masal, mizah, nükte, latife, vb," adlar altında da anlatılmış ve yazılmıştır. Fıkra İle eş anlamda kullanılan bu kelimeler içinde en çok “latife” sözü yaygınlık kazanmıştır.

  11. Fıkralar, bilhassa XIII. yüzyıldan itibaren dinî, ahlâki ve tasavvûfi mahiyette yazılmış eserlerde geniş ölçüde yer almağa başlar. Devrin yazar ve mütefekkirleri, halka bazı konu ve meseleleri daha açık izah edebilmek için bu yola başvurmuşlardır. • XVI. Yüzyılda “latife” sözünün fıkra karşılığında kullanılan edebî bir terim halini aldığını görüyoruz. Bu devirde fıkraların toplanıp yazıldığı mecmualara “Letaif” adı verilir. Bunların içinde en meşhuru şair Lamii Çelebi’nin yazmış olduğu “Letaifnâme”dir.

  12. XIX. Yüzyılın sonlarına doğru, yayınlanan kitapların kapaklarında, “Letaif” adının yanı sıra “Fıkarat” (Fıkralar) da yer almaya başladı. Bu mecmuaları veya kitapları hazırlayan yazarlar, yayınladıkları hikayelerin “Fıkra” olduğunu açıkça ifade etmişlerdir.

  13. Bugün fıkra, halk edebiyatımızda ilmî bir terim olarak, halkın yarattığı realist, küçük ve güldürücü hikayeler için kullanılmaktadır. • Türkiye dışındaki Türk boylarında bu mahsullere, Kırım’da, Kazan’da, Azerbaycan’da, Türkmenistan’da Özbekistan’da ve Uygurlar’da “latife”; Kazakistan’da “erteki, anız”, Irak Türkmenleri arasında “nükte, fıkra” adı verilmekte ve bizdeki “fıkra” ile eş anlamda işletilmektedir. Ayrıca Türkmenlerde, “yomak, değişme” ve “şorta söz” gibi tabirlere de rastlanmaktadır.

  14. Konularına göre fıkralar : • Türk fıkralarını konularına göre birkaç grup altında toplayıp incelemek mümkündür. Bu gruplandırmayı, fıkraların temsil ettiği zihniyet ve davranışlara bağlandıkları tiplere göre yapabiliriz. Nasreddin Hoca, İncili Çavuş, Bekri Mustafa, Aldar Köse, Esenpulat, Kemine, Mirali, Bektaşi, gibi halk kahramanlarına bağlı olarak anlatılan fıkralar, umumi çizgilerle birbirlerinden az çok ayrı zihniyet ve davranışları temsil ederler.

  15. Konularına göre fıkralar : • Türk fıkraları konularını, tamamıyla yaşanmış hayat sahnelerinden alır. Bir fıkra genellikle tek bir vak’a üzerine kurulur, fakat birden fazla vak’anın yer aldığı fıkralar da mevcuttur. • Fıkraların merkezinde daima insan-cemiyet; cemiyet-insan münasebetleri yer alır. Cemiyet hayatında ortaya çıkan zıddiyetler, düşünce ve davranış farklarından doğan çatışmalar fıkraların konularını teşkil eder.

  16. Konularına göre fıkralar : • Türk fıkralarının büyük bir bölümünün konusu idareci tabaka ile halk arasında geçen olaylardır. Bu olaylarda halk, genellikle, doğrudan doğruya idarecilerin karşısına çıkmaz. Düşünce, tutum ve davranışını kahramanın ağzından ifade eder. Halk, kahramanını idareci tabakadan kendisine ters düşen her tipten insanın karşısına çıkarır. Padişah, sadrazam, vezir, kazasker, şeyhülislam, beylerbeyi, yeniçeri ağası, subaşı, kadı, vali, kaymakam, muhtar vb. idareciler, bu tipler arasında yer alır. Bu fıkralarda daha çok zorbalıklar, baskılar, adaletsizlikler, iltimas ve rüşvet gibi meseleler tenkit edilir ve alay konusu yapılır.

  17. Konularına göre fıkralar • İnanç ve itikatlarla, dini adet ve merasimlerle, dini yasaklarla, hurafelerle cahil din adamlarını ve dini istismar edenleri konu alan fıkralar da edebiyatımızda büyük bir grup meydana getirir. Halk bu fıkralarda dünyadaki haksızlıkların, cemiyetteki bozuklukların hesabını, Tanrı’nın hoşgörüsüne sığınarak, O’ndan sorar; bütün olan bitenden O’nu mesul tutar. O’nunla bu hususta münakaşa eder görünür. Bu davranış, insanın çaresizlik karşısındaki aczini gösterdiği gibi, aynı zamanda insanın Tanrı’ya sığınarak kendisine yapılanı cemiyete anlatabilmek için başvurduğu son çareyi gösterir. İnsan böylece, kendisine karşı yapılmış olan hareketin ölçüsüzlüğünü anlatmaya, dikkatleri üstüne çekmeye çalışır. Tenkit mevzuu ne dindir, ne gerçek din adamları ve müesseselerdir. Fıkralarda tenkit edilenler, bu mevkileri işgal edenlerin yetersizliği, temsil yeteneklerinin zayıflığıdır.

  18. Konularına göre fıkralar • Türk fıkralarının konu bakımından en büyük ve en zengin grubunu, içtimaî, iktisadî, siyasî görüş ayrılıklarından doğan çatışmalar; aile, terbiye, hukuk, yardımlaşma ve beşerî kusurlarla alakalı meseleler teşkil eder. Bu fıkralarda haris, bencil, hilekar, rüşvetçi, karaborsacı, hamiyetsiz, tamahkar, kavgacı, zorba, geçimsiz, dedikoducu, eşkıya, hırsız, dolandırıcı, haddini bilmez, arsız aşık, gurur ve kibir sahibi gibi tipler tenkit, alay ve istihzanın mihveri olurlar.

  19. Konularına göre fıkralar • Cemiyet hayatında kurulu düzeni sarsıp insanları rahatsız eden ve onların huzurunu, saadetini tehlikeye sokan her gerçek hadise, Türk fıkralarının konuları arasına girer. Konuları teşkil eden olayların ana karakterlerinden hareketle fıkraları üç grup altında incelemek mümkündür.

  20. Konularına göre fıkralar • Birinci grupta, inanç ve itikatlarla dinî adet ve merasimleri, dinî yasakları, hurafe ve din adamlarıyla ilgili olanları; • ikincide, idareci tabakayla halk arasında geçen olayları; • üçüncüde ise, aile, hukuk, terbiye, yardımlaşma, eğitim, vb. konularla ilgili hayat hadiselerini toplayabiliriz.

  21. C. Türk fıkralarının yapı ve muhteva hususiyetleri • Fıkralar, sözlü edebiyat mahsulleri arasında kültür farklılaşmalarından en az etkilenen estetik şekillerden biridir. Buna karşılık, çok yönlü ve karmaşık bir yapıya, bir iç mekanizmaya sahiptirler. Fıkrayı yaratan unsurlar bir hikaye gömleği içinde yerlerini alarak bağımsız bir yapı kurarlar. Nesir diliyle yaratılan kısa ve yoğun anlatım gücüne sahip, epik bir tür ortaya çıkar.

  22. Türk fıkralarının yapı ve muhteva hususiyetleri • Hikaye bir veya daha çok vak’a üzerine inşa edilebilir. Her vak’ada çeşitli şahıslar yer alır. Vak’a içinde yer alan şahıslar, ortaya atılan ve meydana çıkan meseleyi karşılıklı konuşmalarla aydınlığa kavuşturur ve bir hükme bağlar. • Fıkra, başlangıç, gelişme ve sonuç bölümlerine sahip bir hikayedir. Fakat bu bölümler, kısa ve yoğundur. Hatta başlangıç ve gelişme bölümleri bazen iç içedir. Hikaye, umumiyetle tek bir vak’a veya fikir üzerine kuruludur. Her hikaye bir hükümle sona erer. Bu iki temel unsur, fıkranın ana şemasını meydana getirir.

  23. Türk fıkralarının yapı ve muhteva hususiyetleri • Fıkra sözlü edebiyat mahsulleri arasında halk mizahını temsil eden en tipik estetik yapıdır. • Kuruluş bakımından bir tez ve bir karşı tezden oluşur. • Hazırlık bölümünde, kısaca, olay veya ifade edilmek istenen düşünce ile ilgili bilgi verildikten sonra tez ve karşı tez ortaya çıkar. Karşılıklı konuşma veya tartışma ile mesele muhakeme edilir. Muhakeme sonunda taraflar durumu bir hükme bağlar. • Hüküm, fıkranın sonuç kısmıdır. Sonuçta hükümden çıkarılacak “hisse” gizlidir. Her fıkrada mutlaka bir “hisse” mevcuttur. Kısaca, fıkranın estetiğini yaratan temel unsurun çatışma olduğunu ifade edebiliriz.

  24. Türk fıkralarının yapı ve muhteva hususiyetleri • Fıkrada teferruata, uzun uzun tasvirlere, tahkiye sanatına ehemmiyet verilmez. Gerçekçilik, müşahhaslık, az sözle çok şey anlatma, maksada uygun bir biçimde anlamlı fikir söylemek ve hareket etmek fıkranın yapı hususiyetleri arasına girer. İfade edilmek istenen düşünce, tutum ve davranış bazen tek bir kelime veya hareketle anlatılır.

  25. Türk fıkralarının yapı ve muhteva hususiyetleri • Fıkranın hikâye şeması içindeki iç mekanizması “vak’a-tezat-muhakeme-sonuç” unsurlarını ihtiva eder. • Vak’alarda kahramanların yaşadığı yer, karşılaştığı durum kısaca tanıtılır. • Tezat kısmında tez ile karşı tez yer alır, burada çatışma veya tartışma başlar. Muhakeme adını verdiğimiz bu tartışma kısmında fikri faaliyet, tezat, ikrar, inkar, tekzîb ve kıyaslama yollarından geçerek bizi hükme ulaştırır. • Hüküm, muhakeme edilen şeyin neticesinde elde edilen karardır. Sonuç bölümünde karar, hüküm cümlesinde de “hisse” bulunur.

  26. Fıkranın hikaye şeması • Fıkraların tezat bölümündeki tartışma gülmenin, istihzanın, hicvin ve hikmetli bir sözün ortaya çıkmasını sağlar. Tartışma, yahut mukayese tamamıyla mantık kanunlarına uygun olarak cereyan eder. Tezat, mantıkî zaruret, imkan ve imkansızlık, aynîlik ve yeterlilik bu bölümde en çok rastlanan mantık kanunlarıdır.

  27. Fıkraların şahıs kadroları • Fıkraların şahıs kadrolarında kesin bir belirlilik yoktur. Halkın belli fıkra kahramanları; Nasreddin Hoca, İncili Çavuş, Bekri Mustafa, Kemîne vb. bir tarafa bırakılırsa, diğer şahıslar, cemiyetin her kesiminde görülen insanlardır. Bunlar, subaşı, yeniçeri ağası, imam, kahya, molla, derviş, muhtar, vali, bakkal, şair, hekim vb. unvanlarla hikâye içinde yer alırsa da her birinin gerçek hüviyetlerini tespit etmek çoğunlukla mümkün değildir.

  28. Fıkraların şahıs kadrolarında • Fıkraların şahıs kadrosunda yer alan insanlar, 1) müspet, 2) menfî, 3) dinleyici-seyirci tip veya gruplarını temsil ederler. Fıkra için esas olan ilk iki grupta yer alan şahıslardır; diğer tip veya topluluklar tabiidir, tamamlayıcı unsurlardır. Çatışma, tartışma, yahut sohbet ilk iki grup arasında cereyan ettiği için menfi ve müspet tiplerin yer almadığı fıkra düşünülemez. • Fıkrada müspet tipi genellikle fıkra-tipi temsil eder. Fıkra-tiplerine bağlı fıkralarda fıkra-tipi daima sabittir ve çevresindeki diğer gruplar her olayda değişir.

  29. Fıkralarda zaman • Fıkralarda zaman kategorisi gayri-muayyenlik gösterir.Olayın geçtiği zaman pek belli değildr. Türk fıkra kahramanlarından Nasreddin Hoca, İncili Çavuş, Bekri Mustafa, Kemine, Mirali ve Bektaşi’ye ait fıkraların bazılarında devre göre- yaşanmış tarihi şahsiyetler göz önünde bulundurulursa- kısmen zaman mefhumu tespit edilebilir. Fakat bu durum, umumi kaideyi değiştirmez.

  30. Fıkralarda mekân • Fıkrada vak'anın geçtiği mekan da belirsizlik içindedir. Hakim olan mekan, geniş bir coğrafya içinde bulunur. Şehir, kasaba, köy, mahalle, sokak, han, ev, dükkan, dağ, ova, çayır, tarla, nehir, ırmak, dere, göl, deniz, vb. mahal ve ikamet yerleri gayri-muayyen halde fıkrada yer alır. Fakat bu gayri-muayyenliğe rağmen, Türk fıkralarında yer alan mekan kategorileri tabii ve hakiki tabiat sahneleri, ikamet yerleridir. Kasaba, mahalle, sokak, ev, gibi dekorlar içinde kendi hayatımızdan bir bölümü buluruz.

  31. Fıkralarda, her şey tabii ve akla uygun bir biçimde yer alır. Türk fıkralarında mantığı zorlayan olağanüstü tesadüflere, akıl almaz varlıklara ve kudret sahiplerine rastlanmaz. Hayali ve fantastik unsurlara fıkrada pek yer yoktur. Hayal unsurundan sadece fıkrayı yaratan elemanların düzenlenmesi sırasında, bir nev’i çimento gibi yararlanılır. Araç niteliğinden fazla bir fonksiyonu yoktur.

  32. Fıkralarda gaye • Fıkralar, gaye bakımından sözlü edebiyatın diğer mizahi şekilleriyle birleşirler. Halk, yarattığı bu hikayelerle içtimai hayatta ortaya çıkan her türlü menfi tutum, düşünce ve davranışları tenkit eder. Vak’aları sağduyusu ile yargılayarak bir hükme bağlar. Hükümler, tecrübelerin ışığında ortaya çıkmış atalar sözü kıymetindedir. Her biri bir düşünce, bir davranış veya bir tutuma örneklik etsin diye yaratılmış gibidir. Terbiyevî gaye taşırlar.

  33. Düşünce hayatımızı şekillendirir, renklendirirler. Konuşma tarzımıza canlılık kazandırırlar. Siyavuşgil’in dediği gibi, “onlar, bizim sadece gülme ihtiyacımızı tatmin eden tuhaflık olmaktan ziyade, adeta dünya görüşümüzün hudut taşları, hadiseler karşısındaki davranışlarımızın dayandığı “hikmet” kaideleri; bir kelime ile düşünce nizamımızın nirengi noktalarıdır. Hayata realist bir açıdan bakan Türk milletinin yarattığı fıkralarda düşünce açısından görülen bu ciddî tutumu, tabiidir.

  34. fıkranın kahramanı • Fıkraların mihverinde insan vardır. Her fıkranın esasını bir olay ve bu olay içinde yer alan şahıslar meydana getirir. Fıkraların şahıs kadroları tez ve karşı teze göre sıralanır. Her fıkranın kahramanı müspet tipi, tezi; onun karşısında yer alan şahıs veya şahıslar topluluğu karşı tezi temsil eder. Fıkranın kahramanı halkın ortak zekasını, adalet duygusunu, hazırcevaplığını, mantık gücünü, aklını, bilgisini ve olgunluğunu temsil eder. Halk onların diliyle konuşur, tenkitlerini yapar, görüşlerini açıklar.

  35. fıkra kahramanı • Kahramanın dışında, padişah, sadrazam, kazasker, şeyhülislam, subaşı, beylerbeyi, yeniçeri ağası, kadı, hakim, hoca, imam, vali, kaymakam, muhtar, bakkal, tüccar, şair, doktor, hırsız, eşkıya, ana, baba,çocuk, kaynana, kayınpeder, hizmetçi, uşak, halayık… gibi içtimai hayatta rastlayabileceğimiz pek çok şahsiyet fıkralarda yer alır.

  36. Fıkraların dili • Fıkraların dili açık, sade ve anlaşılır bir dildir. Halkın konuşma dilinde geçen kelimeler bütün incelik ve işleklikleriyle fıkrada yer alır. Halkın konuştuğu dil, külfetsiz, yapmacıktan uzak, canlı bir Türkçedir. • Fıkra dilinin esasını canlılık, açıklık, anlam yoğunluğu, incelik ve zerafet teşkil eder. Kahramanlar ve şahıslar kendi şiveleriyle, durum ve mevkiîlerine göre konuşurlar. Böylece, onların ruh durumları ve yaşadıkları âlem daha iyi canlandırılmış olur.

  37. ç. Türk fıkra türünün diğer türlerle münasebeti • Fıkra türü ile halk edebiyatının diğer türleri arasında çeşitli benzerlikler, yakınlıklar vardır. Hepsi halkın ortak yaratma gücünden, estetik zevkinden ortaya çıkmıştır. İlk söyleyicileri unutulmuş, halkın dilinde, sözünde olgunlaşmış, son biçimlerini almışlardır. • Gerek bu hususiyetlerine, gerekse yapı ve gaye bakımından gösterdikleri yakınlık ve benzerliklere bakarak onları bir tek tür gibi düşünemeyiz. Bir türkü ne masaldır ne de halk hikayesidir; masal da ne fıkradır, ne de atalar sözüdür. Halk edebiyatının bütün türleri, yapı ve muhteva bakımından, birbirinden tamamen ayrılır.

  38. Fıkra-Masal • Fıkra ile masal her şeyden önce kuruluş, kompozisyon ve muhteva bakımından birbirinden ayrılır. Masallar umumiyetle birden fazla meseleyi ele alır; bir çok olay zincirinden oluşur. Tahkiye, tasvir unsurları, teferruat masalda mühim bir yer işgal eder. Her şey uzun uzun anlatılır. Dolayısıyla masalın kompozisyonu hacimce büyük, konu alanı geniştir. Oysa fıkralarda durum aksinedir. Anlatımda kısalık, vecizlik, sadelik, az sözle anlamlı fikir söylemek, hareket etmek esastır. Söylenmek istenen şey, bazen tek bir kelime veya sözle, yahut tek bir hareketle ifade edilir. Tahkiye, tasvir ve teferruata ehemmiyet verilmez.

  39. Fıkra-Masal • Masallar, her türlü tasvir, benzetme usullerinden yararlandığı gibi kendine has söz kalıplarına, klişe deyişlere de sahiptir. Bu kalıplar, masallarda zaman değiştirmek, yeni bir duruma geçmek için kullanıldığı gibi başlangıçta ve masal bitiminde de görülür. • Fıkranın estetik yapısını tezat unsuru kurar. Tezat, tez ve karşı tezi yaratır. Bunların işleyişi, çatışması veya muhakemesi mantık kurallarına uygun olarak cereyan eder; neticenin, hükmün ortaya çıkmasını sağlar. Dolayısıyla tezat, fıkranın can damarını, belkemiğini teşkil eder. Halbuki masallar için bu husus pek ehemmiyet taşımaz. • Fıkralar ana vasıfları itibariyle gerçekçidir. Hayal ve fanteziye yer vermezler.

  40. Fıkralar gaye bakımından masallarla benzerlik gösterir. Bunun temelinde halk mizahının ve tenkit hedefinin birliği saklıdır. Hususiyle gerçekçi masallarla terbiyevî gayeler taşıyan hayvan masallarında bu benzerlik göze çarpar. Lakin masallarda meseleyi değerlendirme daha yumuşak biçimde cereyan eder. Söylenen, ifade edilen şey sadece bir istek, dilek, rica ve arzu imajı içindedir. Kesin bir tavır ve tutum yoktur. • Fıkralar ise bir müdafaa veya karşı taarruz silahı gibidir. Belirli bir tutum ve davranışı yansıtır. Hükümleri sert ve kesindir. Hayati ihtiyaç ve zaruretlerin neticesinde ortaya çıkmışlardır. Zayıfların güçlüye karşı kullandığı en büyük mücadele silahtır. Kısaca fıkralar, yaşanmış hayatın gerçeklerini ele alır ve değerlendirir.

  41. Fıkra-Efsane • Fıkra ve efsane konu ve kompozisyon yönünden ayrılırlar. En farklı yönlerinden biri de teşekkül tarzlarıdır. • Fıkralarda gerçek ve canlı hayat sahnelerinin yer almasına karşılık, efsanelerde gerçeklerin etrafında oluşan uydurma, hayali olaylar yer alır. Bunlar da gerçek bir olaydan doğmuşlardır ama zamanla hayali ve uydurma olayların arasında bu gerçek ya çok zor seçilir veya tamamen kaybolur. • Fıkra ve masal arasındaki mekan, zaman ve şahıs belirsizlikleri efsane için de müştereklik arz eder. Bunun dışında, nesir diliyle yaratılmış olmaktan öte fıkra ile hiçbir zaman şekil ve muhteva benzerliği yoktur.

  42. Fıkra- Atalar Sözü • Fıkraların halk edebiyatı mahsullerinden atalar sözü ile de benzerlikleri vardır. • Kompozisyonları meydana getiren unsurların değişmezliği, kısa ve yoğun anlatım gücüne sahip olmaları, didaktik cepheleri, tenkit karakterleri bu benzerlikler arasında sayılabilir. • Atalar sözü derecesinde kıymet kazanan fıkra hükümleri vardır. Ayrıca, atalar sözü üzerine kurulmuş fıkralar da görülür. Aralarındaki bu alış verişe ve benzerliklere rağmen her biri ayrı birer türdür.

  43. II-TÜRK FIKRALARI VE TASNİF MESELESİA. Türk fıkraları hakkındaki çalışmaların mahiyeti: • Cumhuriyet devrinde fıkralarla alakalı çalışmalar, daha ziyade “Nasreddin Hoca” gibi ünlü bir fıkra-tipi üzerinde yoğunlaşmıştır. • Halk yaratıcılığının edebî ürünleri arasında fıkra türü ile gereği kadar ilgilenilmemesinin çeşitli sebepleri vardır. Bunlardan birincisimeselenin hangi perspektiften ele alınması hususunda araştırmacılarda ortak bir görüşün, hareket noktasının bulunmamasıdır. İkinci sebep ise, yazılı ve sözlü kaynaklarda mevcut fıkraların henüz sıhhatli bir şekilde derlenip künyelendirilmemiş olmasıdır. Kanaatimizce bu iki önemli husus, yani metot ve malzeme meselesinin halledilmemiş olması fıkralarımızın mahiyetini ortaya koyabilme çalışmalarını aksatmaktadır.

  44. B. Türk fıkralarının tarihi ve coğrafî çerçevesi • Türk milletinin, halkının bilinen zamandan günümüze kadar ki devre içinde ortak yaratma gücünden doğan, gerek yazılı kaynaklarda, gerek basılı eserlerde ve gerekse sözlü gelenekte mevcut fıkraların hepsi – tarih ve coğrafya bütünlüğü içinde- “Türk fıkraları” kavramının çerçevesini teşkil etmektedir.

  45. C. Türk fıkralarının tasnif meselesi ve fıkra-tipi: • Türk fıkralarının doğduğu ve yaşadığı alanı zaman ve mekan kavramı içinde tespit ettikten sonra yapılması gerekli ilk iş, fıkralarının bu çerçeve içinde tek-tek künyelenmesi, fişlenmesidir. • Türk dilinin ana dil olarak konuşulduğu yerlerde tespit edilmiş fıkraları iki şekilde tasnif etmek mümkündür: • Bütün fıkraların temsil ettiği zihniyet ve davranışları, tek-tek tespit ettikten sonra, ana gruplara ayırmak. • Fıkraları, fıkra tiplerine göre gruplandırmak.

  46. D.Türk fıkralarının fıkra tiplerine göre tasnif denemesi: • Türk fıkra türünde mevcudiyeti bilinen fıkra tipleri, ortaya çıkmış hususiyetler göz önünde tutularak pratik bakımdan şöyle gruplandırılabilir: 1. Ortak şahsiyeti temsil yeteneği kazanan ferdi tipler, 2. Zümre tipleri, 3. Azınlık tipleri, 4. Yabancı tipler, 5. Bölge ve yöre tipleri, 6. Gündelik tipler, 7. Moda tipler.

  47. 1.ORTAK ŞAHSİYETİ TEMSİL YETENEĞİ KAZANAN FERDİ TİPLER: a) Türkçenin konuşulduğu coğrafi alan içinde ve dünyada ünü kabul edilen tipler: Nasreddin Hoca. b) Türk boylan arasında tanınan tipler: İncili Çavuş, Bekri Mustafa, Esenpulat, Ahmet Akay, Kemine. c) Türk boyları arasında halkın veya zümrelerin ortak unsurlarının birleştirilmesinden doğan tipler: Bektaşi, Aldar Köse. ç) Aydınlar arasından çıkan tipler: Haşmet, Koca Ragıp Paşa, Mirali,Nasreddin Tusi, Keçecizade İzzet Molla… d) Mahalli tipler. e) Belli bir devrin kültürü içinde yaratılan tipler: Karagöz.

  48. NASREDDİN HOCA • Türk dilinin konuşulduğu coğrafya alanı içinde olduğu kadar, bütün dünyada da fıkra-tipi olarak büyük bir üne sahiptir. Kendisi hem bir halk bilgesi olarak, hem de fıkra-tipi olarak, Türk milletinin yarattığı en büyük mizah temsilcisidir. Türk milletinin zihniyet ve davranışını en iyi o temsil eder. • Nasreddin Hoca’nın şahsiyetinde şekillenen Türk halk düşüncesi, dünya görüşü, insan anlayışı ve cemiyet hayatında cereyan eden olaylara karşı alınan tavır ve tutumların genel yapısı ve bu yapının odak noktalarının tespiti fıkralarla ilgili umumi çalışmaları da belli bir rahatlığa ulaşacaktır.

  49. İNCİLİ ÇAVUŞ • Türk fıkra-tipleri arasında gerçek kişiliği ve yaşadığı devir hakkında bilgi sahibi olduğumuz nadir tiplerden biridir. Asıl adı İncili Mustafa Çavuş’tur. Osmanlı padişahlarından Ahmet I. (1603-1617) devrinde yaşamıştır. Kendisi İran Şahı’na gönderilen elçilik heyetinde bulunmuştur. Padişah’ın “müsahib”i olarak vazife gören İncili Çavuş’un doğum yeri olarak Diyarbakır vilayeti ileri sürülmektedir. H. 1042 (1632/33) yıllarında İstanbul’da vefat etmiş ve Edirnekapı Mezarlığına defnedilmiştir.

  50. İNCİLİ ÇAVUŞ • İncili Çavuş, padişahın yakını, nedimi olması dolayısıyla gördüğü her şeyi alaya alma, gülünçleştirme yetkisine sahipti. Böylelikle, bir taraftan padişaha hoşça vakit geçirme vazifesini yerine getirip, diğer taraftan da idarenin ve cemiyetin aksayan yönlerini bütün çıplaklığıyla padişahın gözleri önüne seriyordu. Osmanlı saray hayatında bu tarz “müsahib” geleneği bir hayli eskiydi… İncili Çavuş’tan sonra bilinen en ünlü müsahip, Yıldırım Beyaz’ın sarayında yaşamış olan Eğlence’dir. Fakat o, İncili Çavuş gibi bir fıkra tipi vasfını kazanamamıştır.

More Related