1 / 13

yalnı ken

yalnı ken. ve ses açıkken …. Lim t→∞. Y NIMD DUR (Bir Düş Ürünü). Tamamen bir “düş ürünü” bu okuyacaklarınız; gerçekle, olması gerekenle hiiiç ilgisi yok. Belki geçen ay yazılmalıydı; ama olmadı, olamadı işte.

reia
Download Presentation

yalnı ken

An Image/Link below is provided (as is) to download presentation Download Policy: Content on the Website is provided to you AS IS for your information and personal use and may not be sold / licensed / shared on other websites without getting consent from its author. Content is provided to you AS IS for your information and personal use only. Download presentation by click this link. While downloading, if for some reason you are not able to download a presentation, the publisher may have deleted the file from their server. During download, if you can't get a presentation, the file might be deleted by the publisher.

E N D

Presentation Transcript


  1. yalnı ken ve ses açıkken …

  2. Lim t→∞ Y NIMD DUR (Bir Düş Ürünü)

  3. Tamamen bir “düş ürünü” bu okuyacaklarınız; gerçekle, olması gerekenle hiiiç ilgisi yok. Belki geçen ay yazılmalıydı; ama olmadı, olamadı işte. Düşümüz bir sonbahar ikindisi başlıyor. Adını şimdi tam hatırlayamadığım, kucağında gri bir kedi tutan o adam anlatmıştı geçen ay. Anlattıkları bittiğinde de Alice Harikalar Diyarı’ndaki beyaz tavşan gibi köstekli saatine bakarak: - Geç kaldım, geç kaldım, geç kaldım…diyerek uçarcasına gitmişti. Aktarayım anlattıklarını:

  4. Ben bir hekimim; lise öğrencisi hastamın tedavisi bitmişti. Ben de annesine dönüp: - Şimdi çok güzel oldu kızınız… demiştim. Annesi de iç çekerek: - Bir kusuru kaldı kızımın. - Neymiş o kusur? - Kızım hiç asansöre binemez; çok korkar küçüklüğünden beri. Çok çalıştık, çok araştırdık, çok danıştık – ama fayda etmedi. Hatta geçen sene bir ameliyat olması gerekiyordu, ameliyathaneye asansörle ineceği için odasında bayılttılar. Ameliyattan sonra ayıldığında asansöre binmesi gerektiği için yeniden bayıltmak zorunda kaldılar. Doktoru “hayatımda ilk defa ameliyatı bitip ayılmış bir hastayı yeniden bayıltmak zorunda kalıyorum…” demişti. Tarifsiz hislerle dolmuştu içim. Belki “hiç asansöre binmeyiverse ne olur?”du, ama öyle değildi işte. Anlamsız ya da çok anlamlı bir korku ve korkuya haksız bir yenilgi vardı ortada. Artık iyice tanıyıp sevdiğim bir hastam, çıt çıkarmadan oturuyordu koltukta. Benimle olan işi bitmişti; birazdan bu kapıdan çıkıp gidecekti. Gerçi biz zemin kattaydık ama az sonra bu korku kara bir gölge gibi herhangi bir yerde yine çıkacaktı karşısına ve seslenecekti ona: - DUR BAKALIM; NEREYE? Tamam; aslında sağlık açısından asansör yerine zaten hep merdivenlerden çıkılmalıydı, ama bir gün asansör ile çıkması çok gerekse yine problem olacaktı. Devam edecekti kara ses: - HADİ; DOĞRU MERDİVENLERE!

  5. Hiçbir şey bilmeden, belki de sevginin gücüne güvenerek, o anda bu korkunun yenilebileceğini düşlemiştim nedense. Bu ruhumun milattan çok önceden beri “sevginin, güvenin bütün engelleri aşabileceği düşleriyle şekillenmiş olmasından kaynaklanıyordu belki de ve bu hissi bir türlü içimden atamıyordum işte. Bekleme salonu kalabalıktı; hep randevulu hastalarım vardı – ama artık içimdeki ırmak taşmıştı. Ne vardı ki? Biz gider, takır takır asansöre de binerdik - hatta kızdırmasınlar, uzaya bile giderdik. Sevgili sekreterime yavaş yavaş sıradaki hastayı almasını söyledim. Kızın annesine de: - Siz burada biraz bekler misiniz? Biz hemen şu köşeye kadar gidip geliyoruz… Bekleyen hastaların önünden mahcupça gülümseyerek, “bir saniye sonra geliyorum” diyerek birlikte sokağa çıktık. O bilmiyordu ama telaşlı bir yolculuğumuz vardı; hızlı adımlarla köşedeki yüksek binanın asansörüne doğru gidiyorduk. Yolda nefes nefese: - Bak, pek çok arkadaşın bu sorununun farkında bile değildir. Farkında olanların kimisinin zaten umurunda değildir, kimisi de bunun aşılabileceğini düşlemiyordur. Sen bana güveniyor musun? Bu sorunun yanıtı asla “hayır” olamazdı o anda. Çünkü o anda kendime feci güveniyordum ve bu elektrikten onun da, simitçinin de, büfedeki gazetecinin de etkilenmemesi olanaksızdı. Zaten “Nereye gidiyoruz?” diye sorulmaması da sorumun yanıtı değil miydi?

  6. Köşedeki yüksek binanın asansörünün kapısına gelmiştik ve o anda “HER ŞEY” değişmişti. Karşımda ağlayan, dudakları titreyen, ayakları çapraz olmuş, tanıyamadığım (aslında çok iyi tanıyıp, çok sevdiğim) bir genç insan vardı. - HAYIR, HAYIR; BİNEMEM!... gözyaşları, gözyaşları, hıçkırıklar… Tam o sırada bir başkası gelmişti asansöre binmek üzere. Karşısında garip bir manzara vardı: bir kız hüngür hüngür ağlıyor, bir adam da ona bir şeyler anlatıyordu. Adama dönüp: - Siz binin lütfen; bizim bir meselemiz (ama ne meselemiz) var… demiştim. - Bak; ben bunu niye giyiyorum biliyor musun? Hep düşlerimin peşinde koştuğum için, onların gerçekleşeceğine inandığım, olamazsa da daha kuracak nice düşlerin olduğunu bildiğim için. Hayatın ta kendisinin bir düş olduğuna inandığım için; yani bir bakıma düşlerin bitmesi = hayatın bitmesi anlamına geldiği için. Şimdi birlikte asansöre bineceğiz. Yanında gereksiz bir korkuyu yenebilmeyi senden daha çok isteyen bir gönüllü duracak. Senin başına ne gelirse yanında duranın da başına gelecek, ne gelmezse onun da başına gelmeyecek. Bu savaş birlikte verilecek. Titrek, cılız bir ses gelmişti. O sırada bina havaya uçsa duymayabilecekken, o fısıltıyı çok net duymuştum. - Oleeeeeeey; asssslansın sen; hadi hazır ol, yanında duracağım - şimdi gelir asansör… Asansör duvarında kocaman “Z” yazan zemin kata gelmişti ve kapısı açılmıştı.

  7. Ben o asansöre, en üst katta oturan arkadaşıma gelişlerimde bir iki milyon kere binmiştim daha önce. Ama şimdi öyle bir havaya girmiştim ki, o asansörün içi bir ışık topu gibi gelmişti. O kadar bol ışıktan sanki asansörün aynası bile gözükmüyor, içeri bir adım atsam ışık hızında sonsuz bir yolculuğa çıkacakmışım gibi geliyordu. Vallahi ben de korkarak, ama belli etmeyerek bir adım attım içeriye ve dönüp arkama: - HADİ; DOĞRU ASANSÖRE! dedim. Öyle bir ses tonuyla söylediğimi fark ettim ki, sanki gözlerimizi kapatıp gökyüzüne yükselecekmişiz gibi bir hava vardı ortada. Adım adım değil, milim milim asansörün kapısına yaklaşıyordu. Sanki bir asır sürecekti bu yolculuk ve benim ömrüm asansöre varışına vefa edemeyecekti. Ama o bir asır geçivermişti - artık içeride Uzay Yolu’ndaki gibi ışınlanmayı bekleyen iki tutsaktık. Belki de dört yaşından beri ilk defa gözleri açık, adı sorulsa söyleyebileceği şekilde asansördeydi. O düğmenin rengi kırmızı mıydı anımsamıyorum ama bastığımda panikle kapıya hamle edecekti, ama boşunaydı artık; geri sayım tamamlanmış, yıldızlara yolculuk başlamıştı. Korku dağları beklerdi; başımız düşlere değerken, Dünya’nın dağları çoook aşağılarda kalmıştı. ** ** **

  8. On bin ışık yılı sonra merdivenden iniyorduk, ya da serbest düşüyorduk; ikimiz de çok, ama çok mutluyduk. - Pişman mısın? - Değilim. - Bak sen ilk defa aklın bu kadar başındayken asansöre binebiliyorsun. Yani “Sıfır”, “Bir” oldu. “Sekiz”in, “Dokuz”, ya da “Yirmi yedi”nin “Yetmiş bin” olması önemli değil. Önemli olan, arası daha uzun olan “Sıfır” ile “Bir” arasındaki yolculuktur ve sen o yolculuğu tamamladın. Dönmüştük, bekleyen hastalarından (nedense kızamayacaklarını da bilerek) özür dilemiş, merakla bekleyen anneye de: - Size kızınızın yolda anlatacakları var… demiştik. Neyse şimdi geç kaldım, geç kaldım, geç kaldım; Gri’yle hemen gitmemiz gerek … ** ** ** **

  9. BİR AY SONRA Belki bu “Düş Ürünü”nü sıcağı sıcağına geçen ay yazmalıydım; ama dedim ya, olmadı, olamadı işte, hatta onca telaşta unutup gitmiştim bile. Ta ki, dün akşam kucağında gri kedisi, cebinde köstekli saati, o garip adam yine karşıma çıkıncaya dek: - Anlatacaklarım var yine… Bir anda her iş ikinci plana düşmüştü ve babaannemin bir zamanlar anlattığı ”Gelem mi?” masalını dinler gibi merakla başlamıştım onu dinlemeye: ** ** ** Aradan bir ay geçmişti. Yine yoğun bir Cuma ikindisi o kızın kontrol zamanı gelmişti. Çok heyecanlıydım; acaba bu bir ay içerisinde hiç asansöre binebilmiş miydi? - acaba eskisinden daha kötü olmuş olabilir miydi? Sonunda en merakla beklediğim hasta gelmişti. Sanki “dersler nasıl?” der gibi zorla sakinleştirdiğim ses tonuyla: - Bu ay hiç asansöre binebildin mi?? - Ablamla ve annemle 2 kere. Ama (mahcup bir şekilde) kendim tek başına binemiyorum. İşte dünyanın ennnn önemli sorunu karşımdaydı yine. Küre ısınabilirdi, buzullar bu sokaktan bile geçebilirdi - ama önce: “BU ASANSÖRE TEK BAŞINA BİNİLECEK!”ti. Sanki otomatiğe bağlanmıştım ve tarih gerçekten tekerrürden ibaretti. Bu sefer annesiyle gelmemişti; bekleyen hastalarıma döndüm: - Hemen geliyorum…

  10. O köşede, o binada, yine o ışık topunun önündeydik. O sırada bana sorulmalıydı: - Peki; ya siz geçen aydan beri hiç asansöre binebildiniz mi? - Ben şimdi asansörle yukarı çıkıyorum ve yukarıda bekliyorum. Sen de asansörü çağırıp biniyorsun; tamam mı? Cılız bir tamam gelememişti zangır zangır titreyen dudakların arasından. O sırada geçen ay asansöre binen adam da gelmemişti – kim bilir belki de o sırada bir Led Zeppelin şarkısı söyleyerek merdivenlerden Cennet’e çıkıyordu. - Sen asansörün içinden değil, asansörün dışından kork asıl. En kötü ihtimalle kalırsın içeride ve gelip kurtarırlar. Ama kim kurtarır seni dışarıda, bu insafsız dünyada? Bu sefer üzerimde düşlü tişört yoktu ama o tişörtteki çöp adam gibi kollarımı açmıştım: - Bak, böyle bekleniyorsun yukarıda Derken o bilmem kaç desibellik fısıltı yankılandı koca “Z”li duvarda: - Tamam. Uçarak yukarı çıkıp beklemeye başladım; galiba dua da ediyorum içimden. Aradan yedi bin sene geçti ve Godot vardı beklediğim kata: ışıklar, ışıklar, ışıklar… Asansörde bizimkisi vardı ama yanında o sırada gelip binmiş 2 kişi daha. İndirdim kollarımı: - HADİ; DOĞRU MERDİVENLERE!

  11. Bir anda indik zemin kata. - Ben şimdi yukarıya çıkıyorum, ardından da tek başına sen çıkıyorsun. HADİ; DOĞRU ASANSÖRE! Bizim iş bir anda saniyelere sığmıştı - hemen yukarıya çıkmıştım ve göz açıp kapayıncaya kadar ardımdan asansör “o muhteşem tek yolcu” suyla gelmişti. Tek başına asansöre binmiş, sonsuza dek ardına dek açılmış kollarla karşılaşmıştı. Zemin’in koca Z’si geride kalmış; A’ya, belki Ay’a, belki de Arş’a yolculuk başlamıştı. ** ** ** Hızlı adımlarla geri dönüyorduk. İşimiz bitmişti, zaten işimiz neydi ki? O iş çoktaaan bitmemiş miydi? Göğsünde kolları ardına kadar açık bir çöp adam duran tişörtten hediye etim ona. Belki anne olduğunda çocuğunun elinden tutmuş beş yüz katlı evinin asansörüyle çıkarken de hala giyer diye. O sırada cep telefonu çalmıştı; arayan annesiydi ve ona yine anlatacakları vardı.

  12. O Kasım ikindisinin ardından aklımda en çok, çalan cep telefonunun melodisi” Stand By Me”, yani “Yanımda Dur” kalacaktı: gece geldiğinde ve ortalık karanlık olduğunda ve ay göreceğimiz tek ışıkken korkmayacağım, korkmayacağım yanımda durduğun sürece yanımda durduğun sürece... ∞ Neyse şimdi geç kaldım, geç kaldım, geç kaldım; Gri’yle hemen gitmemiz gerek. Ama yine geleceğim bu duygularla, bu düşlerle, bu sevgiyle; tek göz yaşı dökmeyecek - hiç ayrılmayacaksınız, tepenizde baktığınız gök yıkılıp düşse de - dağlar denize dökülse de… ∞ düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com \o/ ♥ ˄ “düş hekimi – 2” kitabından eski bir asansör yazısı: http://www.ergir.com/2008/sonsuz_yaris.htm

  13. O Kasım ikindisinin ardından aklımda en çok, çalan cep telefonunun o melodisi” Stand By Me”, yani “Yanımda Dur” kalacaktı: gece geldiğinde ve ortalık karanlık olduğunda ve ay göreceğimiz tek ışıkken korkmayacağım, korkmayacağım yanımda durduğun sürece yanımda durduğun sürece... ∞ Neyse şimdi geç kaldım, geç kaldım, geç kaldım; Gri’yle hemen gitmemiz gerek. Ama yine geleceğim bu duygularla, bu düşlerle, bu sevgiyle; tek göz yaşı dökmeyecek - hiç ayrılmayacaksınız, tepenizde baktığınız gök yıkılıp düşse de - dağlar denize dökülse de… ∞ düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com \o/ ♥ ˄ “düş hekimi – 2” kitabından eski bir asansör yazısı: http://www.ergir.com/2008/sonsuz_yaris.htm stand by me: sokak çalgıcısı büyükbaba elliott

More Related