1 / 121

Eski Türklerde Öğretim Araç Gereçleri

Eski Türklerde Öğretim Araç Gereçleri. Yazının özelliğine göre sert veya yumuşak zemin üzerine yazılan yazılarda renkli mürekkepler kullanılırdı.

hachi
Download Presentation

Eski Türklerde Öğretim Araç Gereçleri

An Image/Link below is provided (as is) to download presentation Download Policy: Content on the Website is provided to you AS IS for your information and personal use and may not be sold / licensed / shared on other websites without getting consent from its author. Content is provided to you AS IS for your information and personal use only. Download presentation by click this link. While downloading, if for some reason you are not able to download a presentation, the publisher may have deleted the file from their server. During download, if you can't get a presentation, the file might be deleted by the publisher.

E N D

Presentation Transcript


  1. Eski Türklerde Öğretim Araç Gereçleri • Yazının özelliğine göre sert veya yumuşak zemin üzerine yazılan yazılarda renkli mürekkepler kullanılırdı. Türkler kaya, taş, kiremit, tabak, maşrapa, tahta, bez, ipek parçaları ve kağıt gibi o dönemlerde günlük hayatta kullandıkları birçok araç gerecin üzerine yazı yazmıştır. • Kalem, uç denen ve dağlarda yetişen bir ağaçtan yapılırdı. Sığır boynuzundan yapılan ve “şütük” denilen divitler de kullanılırdı. • Başlangıçta tomar şeklinde olan kitaplar, zamanla bugünkü şeklini aldı.

  2. MATBAA • Arkeoloji profesörü Bossert’e göre bir ülkede matbaanın icadı ve geliştirilebilmesi için üç şartın birlikte bulunması gereklidir. • Harf sayısı az bir alfabe kullanılmakta olması • Okuma arzusunun artmış ve kitapların çok aranmakta olması • Kağıdın bilinip kullanılıyor olması Bossert iddiasına göre matbaanın önce Çinliler tarafından bulunduğu söylentisi doğru değildir. Kağıdı biliyorlardı ama binlerce harften oluşan Çin yazısı basım bakımından çok büyük teknik zorluklar taşıyordu. Onlar, tahta vs. ile kalıp baskıyı kullanmışlardır, ama bu matbaa tekniği değildir.

  3. UYGURLAR VE MATBAA Çinlilere komşu olan Uygurlar da kalıp baskıyı, kağıdı kullanıyorlardı. Okuma, yazma ve kültür düzeyleri çok yüksekti. Hatta başka devletlere kâtip, bürokrat, çevirmen, danışman, öğretmen olarak hizmet verecek kadar bilgili, kültürlü yetişiyorlardı. Sade bir alfabeleri vardı. Böylece ayrı ayrı kesilmiş harflerle basım tekniğinin ortaya çıkması için tüm şartlar hazırdı. Bu uygun ortam içinde, onların matbaa tekniğini bulduklarını gösteren somut veriler vardır. Kan-su bölgesinde Tun Huang’da bir mağarada tahtadan bazı Uygur matbaa harfleri ve Uygurca kitaplar ele geçirilmiştir. Bu bulguların M.S. 700-900 yıllarına çıktığı anlaşılmıştır. Böylece, Profesör Bossert’e göre, matbaayı Uygurların bulduğunu kabul etmek gerekiyor. Çinliler bu tekniği 11. yüzyılda onlardan alıp demirden harfler yaparak geliştirmişlerdir. 1241’de de Altın Ordu Devleti kuvvetleri, Almanya’ya yaptıkları akınlarında bu tekniği oralara getirdiler. 1440-1450’lerde Gutenberg matbaayı geliştirdi.

  4. TÜRKLERİN MÜSLÜMAN OLMALARI VE YENİ DİNİN EĞİTİM ÜZERİNDEKİ ETKİSİ • 751’de Arapların Çinliler üzerindeki galibiyetinden sonra İslâmiyet Türkler arasında yayılmaya başlamıştı. Fakat Türklerin kitle halinde ancak 10. yüzyılın ilk yarısında Karahanlılar Devletinde kendi istekleri ile Müslüman oldukları görülür. Türklerin ulaştıkları tek Tanrı düşüncesi; savaşçı, yoksulları doyurma, kurban törenleri, bilim sevgisi gibi gelenekleri İslâmiyet’in Tanrı anlayışı, cihat, zekat, sadaka, bilim anlayışı ve uygulamalarıyla büyük benzerlikler gösterdiği için onların bu yeni dini benimsemeleri zor olmadı.

  5. Türklerin İslâmiyeti benimsemeleri onların eğitimine yeni özellikler kazandırmış ve eğitim tarihi bakımından bunun birtakım önemli ve sürekli sonuçları olmuştur: • Türk toplumunda ilk kez medrese denen plânlı, düzenli, güçlü bir örgün öğretim kurumu ortaya çıkmıştır.İslâm dünyasında Türk, Arap, İranlı vb. Müslüman düşünür ve eğitimciler eğitim-öğretim konularında eserler kaleme almışlar ve bu konularda genel kabul gören düşünce ve uygulamalar oluşturmuşlardır.Türk toplumlarının ahlâk anlayışı, dünyaya bakışı, ideal insan tipi, İslâmiyet'in etkisiyle kısmî değişikliklere uğramıştır. Kabul ettikleri yeni dinle örtüşmeyen birtakım gelenek ve görenekler zamanla değişmiştir. Medreseler ile düşünürler, mutasavvıflar ve din adamları bu değişmeyi kolaylaştırıcı bir yaygın eğitim görevi yapmışlardır.Türk insanının yeni dinle ve dolayısıyla yeni değerlerle teması, gazi ve velî insan tiplerini ortaya çıkarmıştır. Eski savaşçı, cihangir, alp tipinin özellikleri bu yeni değerlerle kaynaşarak yeni alp-eren insan modelini ortaya çıkarmıştır. Osmanlının yükseliş dönemi sonlarına kadar bu alperen tipi İslâm dininin şehit-gazi değerlerinden güç alarak sürüp gitmiş ve günümüze kadar gelmiştir.

  6. Türklerin İslâmiyet’te bilimin yüce tutulduğunu görmeleri, kendilerinin köklü bilim sevgilerini sürdürmelerini kolaylaştırmıştır. “Oku” (Kur’an’ın inen ilk ayeti), “bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 9), “De ki: Rabbim ilmimi artır” (Taha, 114), “İlim öğrenmek kadın, erkekher Müslüman’a fazdır.” (Hadis), (İlim Çin’de de olsa isteyiniz.” (Hadis), “Ya öğretici, ya öğrenici, ya dinleyici, ya da bilmi sevici ol; yoksa helak olursun” (Hadis) gibi temel İslamî değer yargıları Türkler arasında ilmî faaliyetlerin yaygınlaşmasına etkili olmuştur. • Türklerin Müslüman olmaları ve Batıya ilerledikçe Araplar ve İranlılar ile ilişkilerinin artması sonucu Arapça ve Farsça’nın aydınlarımız üzerindeki etkisi artmış, zamanla ilim dili Arapça olmuştur.

  7. İÇ ASYA MÜSLÜMAN TÜRKLERİKARAHANLILAR 840’ta Uygur Devletinin siyasi hakimiyeti sona erince, Karahanlı devleti kuruldu. Abdülkerim Saltuk Buğra Han döneminde Müslüman oldular. İlk Müslüman Türk Devleti olarak kabul edilir. Bu devlet 1212’de hakimiyetini kaybetmiştir. İç Asya ve Maveraünnnehir’de çok sayıda başka Müslüman Türkler de bulunuyordu. Bunlar bazı Türk-Arap-İranlı karışımı devletlerin kurulmasında etkili oldukları gibi, müstakil devletler de kurmuşlardır.

  8. İç Asya Müslüman Türkleri ve Karahanlılar’da eğitimin temel özellikleri şunlardır: • Bu toplumların Müslüman olmaları, yerleşik bir düzene geçmeleri onların eğitimini olumlu yönde şekillendiren iki temel etmen olmuştur. • Bu toplumların devlet adamları, eğitim-öğretime ve bilimin gelişmesine önem vermişlerdir. • Medreseler kurulup gelişmiş, ülkelerin her yanına yayılmıştır. • Farabi, İbn-i Sina, Birûnî vb. dünya eğitim ve bilim tarihinde yer tutan bilim adamları yetişmiştir. • Eğitim tarihimizde, “eğitim bilimi”ne ilişkin ilk görüşler de başta Farabi olmak üzere bu düşünürler tarafından ileri sürülmüştür.

  9. Karahanlılar’da Eğitim, Medreseler ve Öğretim Medreseler İslâm eğitim tarihinde, öğretimin giderek önem kazanması sonucu oluşturulmuş kurumlardır. Medreselerin Orta Asya İslâm kentlerinde ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Karahanlılar onları Semerkant, Buhara, Taşkent, Balasagun, Yarkent, Kaşgar gibi önemli kentlere yaydılar. Karahanlı hükümdarlarının bilime önem vermeleri, bilim adamlarını korumaları nedeniyle toplumun bilgi düzeyi en üst seviyeye çıktı. İç Asya’da sözü edilen şehirler bilim, kültür ve sanat merkezleri haline geldi.

  10. Karahanlılar döneminde yetişen, Türkçe ile Türk kültürünün en eski ve önemli eserlerini veren Balasagunlu Yusuf, Kaşgarlı Mahmut, Ahmet Edip ve Ahmet Yesevî eğitim tarihimi açısından önemli isimlerdir. Öteki bilim adamlarımızın da bilim ve eğitim tarihimizde önemli yerleri vardır. Bunlardan Birûnî (973-1052) Tabiiyat, Felsefe vb. alanlarda bir çok eser vermiş, bilimde gözleme, deneye ve verilere dayanılması gerektiğini belirterek geçerli yöntem ve ilkeleri ortaya koymuş, araştırma ve öğrenmede taklit ve ezberciliğe, fikir taassubuna ksrşı çıkmıştır. Ona göre bilgi sahibi olmak ve bilime hizmet etmek insana gerçek mutluluğu sağlar.

  11. Karahanlı hükümdarların bilimseverliği, ülkede bilimin gelişmesi, bilim adamlarının çoğalması için uygun bir ortam oluşturmuştur. Örneğin, Buğra Han Harun, İlig Han Nasr, Yusuf Kadir Han, Arslan Han vb. âdil, hayırsever, bilginlere, din adamlarına saygı gösteren ve onları koruyan hükümdarlar sayesinde bilginler, sanatkârlar her taraftan onların çevresine gelmiş, eğitim öğretim kurumları ülkenin her yanına yayılmıştı. • Karahanlı hükümdarlarının medreselerin kurulup yayılmalarına çok önem vermelerinin bilim sevgilerinden başka iki nedeni daha vardı: • Medreselerden, yeni Müslüman Türk boylarının yeni inanışlarını pekiştirme, yeni dinleri ile çelişen eski inanışları kaybettirme aracı olarak yararlanmak, • Medreselerden, çevrelerindeki Sünni-Hanefi inançlarını koruma aracı olarak yararlanmak

  12. FARABİ’NİN TÜRK EĞİTİM TARİHİNDEKİ YERİ

  13. Felsefe ve çeşitli bilimlerdeki bilgisinin ve görüşlerinin derinliği nedeniyle Aristo’dan sonra kendisine Muallim-i Sâni (İkinci Öğretmen) denen Farabi (870-950), bilimsel çalışmalarının yanında, şöhrete, paraya önem vermemiş, ahlâklı bir hayat sürmüştür. Yüzden fazla eser yazmıştır. Bazılarının konuları: Felsefe. Mantık, Ahlâk, Psikoloji, Metot, Fizik, Kimya Astronomi, Geometri, Siyaset, Sosyoloji, Askerlik, Din, Tasavvuf, Dil, Edebiyat, Musiki

  14. FARABİ’NİN EĞİTİM GÖRÜŞLERİ Türk eğitim tarihinde ilk kez doğrudan “eğitim bilimi”ne ilişkin görüşler ileri sürdüğü bilinen düşünür Farabi’dir. Ona göre: • Eğitimin amacı, mutluluğu bulmak ve bireyi topluma yararlı hale getirmektir. • Üç tür eğitimci vardır: Aile reisi, aile fertlerinin; öğretmen, çocuk ve gençlerin; devlet başkanı, milletin eğitimcisidir. • Öğretim, milletler ve şehirlerde nazarî (kuramsal) erdemleri var etme demektir. Eğitim ise, milletlerde ahlâkî erdemleri ve iş sanatlarını var etme yöntemidir. Öğretim konuşmakla başlar. Eğitim, milletlerin ve şehirlerin kendilerinde bu işleri yapma azmini uyarmakla amelî(uygulamalı) durumlardan doğan işleri yapmakla alışkanlık yoluyla başlar. Onlardan doğan huylar(kabiliyetler) ve işler ruhlara hakim olmalıdır ve onlara aşıkmış gibi yapılmalıdır. Azim, sözle veya işle ortaya konulabilir. Bu ayrım, öğretimim kuramsal, eğitimin de davranış değiştirmeye ağırlık veren bir bir uğraşı olduğu anlayışına uygundur.

  15. Öğretimde yöntem konusunda, kolaydan zora gidilmesini istemiş, böylece çok değerli bir ilkeyi ortaya koymuştur. • Bir şey öğretilmeden ötekine geçilmemeli, sorunlar tek tek incelenmelidir. “Su damlaya damlaya taşta gedik açar.” • Öğretmen öğrencilerle “Sokrat” gibi tartışmayı bilmelidir. • Öğretimde mantık ve felsefeye yer verilmelidir. • Çocuklar, karar verme yeteneği güçlü ve sorumluluk duygusuna sahip olarak yetiştirilmelidir. • Disiplin ne sert ne yumuşak olmalı, ılımlı bir yol izlenmelidir

  16. FARABİ’NİN ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİNE İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ • Farabi, bilimsel meseleleri araştırmanın çeşitli yöntemleri olduğunu, bu konunun başlı başına bir bilim alanı sayılması gerektiğini söylemekle bilimsel yöntem alanında değerli bir görüş ortaya koyar. • Bilinmeyen konular araştırma ve öğretimle açıklığa kavuşturulmak istenince mesele (problem) ve çözülünce de bilgi haline dönüşür. • Her meselede aranan, kesin gerçeği elde etmektir. Ama çok defa kesinliği elde edemeyiz. Aradığımızın bir kısmına dair kesinlik, geri kalanlara dair zan ve kanaat elde edebiliriz. Tek yöntem bizi sorunlar hakkında çeşitli kanaatlere götüremez. • Şüphe de bir arayış yöntemi olmalıdır.

  17. Farabi’nin Hükümdarın Siyasi Eğitimine İlişkin Görüşleri “Milletin eğitimcisi” olan hükümdar, bazan ikna, bazan zorlama yöntemine başvurabilir. Fakat bu bilgi ve beceri gerektirir. Farabi’ye göre, hükümdarın doğuştan sahip olması ve sonradan kazanması gereken bazı özellikler vardır: • Doğuştan sahip olması gereken özellikler: • Vücudunun tam, organlarının sağlam olması • Zeki, uyanık ve hafızasının güçlü olması, • Öğrenmeyi ve öğretmeyi sevmesi • Yemeye, içmeye ve kadınlara düşkünlük göstermemesi • Kumardan sakınması • Doğru sözlü, âdil, ılımlı ve iradesinin güçlü olması

  18. Sonradan kazanması gereken özellikler yetenekler • Bilge olması • Önceki kanun ve kuralları bilmesi • Gerektiğinde aklını kullanıp ülke çıkarlarına uygun yeni hükümler getirebilmesi • Güzel konuşma sanatını öğrenerek halkını çeşitli konularda aydınlatması • Savaş sanatını bilmesi • Yorgunluklara dayanıklı olması

  19. İBN-İ SİNA’NIN TÜRK EĞİTİM TARİHİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ

  20. İbn-i Sina (980-1037), gerek Türk gerekse Dünya düşünce, tıp ve eğitim tarihinde çok önemli bir yer tutar. Onun tıp alanında olduğu kadar eğitim alanına ilişkin bazı görüşleriyle de Batıyı etkilediği ve yüzyıllar sonra“yeni eğitim” akımını başlatan ve geliştiren eğitimcilere ilham verdiği söylenebilir. • İbn-i Sina daha gençlik yıllarında dönemin felsefe, tıp, tabiiyat, teoloji ve matematik alanındaki tüm bilgilerini öğrenmiş ve kendisine Aristo ve Farabi’den sonra gelen “Üçüncü Öğretmen” anlamında “Muallim-i Salis” denmiştir.

  21. İBN-İ SİNA’NIN EĞİTİM GÖRÜŞLERİ • İbn-i Sina’nın Türk ve dünya eğitim tarihinde önemli bir yer tutmasının başlıca nedenleri şunlardır: • Tıp bilimine katkıları ve tıp öğretimini düzenlemesi: İbn-i Sina “Kanun ve Şifa” adındaki eserleriyle bu bilimi o dönem için doruk noktasına çıkarmış ve bu kitaplardan yüzyıllarca yararlanılmıştır. Tıp biliminin konularını ve öğretim programını yazmış, ruhî hastalık ve bozuklukların telkin yoluyla tedavisine başvurarak psikanalist metodun temelini atmıştır. Avrupalılar İbn-i Sina’yı ölümünden yüzyıl geçince eserlerinin Latince çevirileriyle tanımış ve bunları Tıp Fakültelerinde beş yüz yıldan fazla bir süre ders kitabı olarak okutmuşlardır.

  22. Ahlâk ve fazilet eğitime ilişkin görüşleri: “Onlar akıllarınca, beni çekiştirmekle, didiklemekle bana kötülük yaptıklarını sanıyorlar. Oysa bu keçilerin dağa tos vurmalarına benzer. İnsan kendisinin ne olduğunu bildikten sonra, kendisini bilmeyenlerin hakkında söyledikleri sözlerin onun gözünde hiçbir etkisi ve önemi olmaz.” İbn-i Sina

  23. İbn-i Sina’ya göre başlıca ahlâk ve fazilet esasları şunlardır: İffet, şecaat, hikmet, adâlet, cömertlik, kanaat, sabır, kerem, yumuşaklık, sadakat, vefa, utanma, sır saklama, sözünde durma, tevazu… O akılcı ve çok açık bir ahlâk felsefesine sahiptir; bu alandaki görüşlerine “aklî tasavvuf” da denmektedir. Ahlâkî davranışlara ve faziletlere erişmek için bazı ilkeler tespit etmiştir.1- Nefsin isteklerine uymamak2- Gazap, şehvet, tamah, hırs, korku vb. eseri ortaya çıkabilecek davranışları engellemek3- yalandan kesinlikle uzaklaşmak4- İnsanlara iyilik yapmak, iyileri sevmek, kötüleri doğrultmak ve fena işlerden men etmek

  24. 3- Bilime verdiği büyük önem • O bilim öğrenmeyi, bu dünyada olduğu kadar, ölümden sonraki hayatta da mutlu olmak için gerekli görür. Ona göre bilim insanın kendini mükemmelleştirmesi ve Allah’ı bulması için gereklidir.

  25. 4- Beden eğitimi konusundaki görüşleri: • İbn-i Sina, hastalanmadan önce korunma denen hıfzıssıhha (hijyen) konusunu da işlemiş ve beden eğitimini bu amaçla gerekli görmüştür. Ona göre, hareket insanın hayatında kendiliğinden yapıldığı gibi, arzulu ve plânlı yapılırsa yararı fazla olur ve o zaman gerçekten beden eğitimi (riyazet) sayılır.

  26. 5- Çocuğun bakımı, sağlığı, eğitim ve öğretimi ile ilgili görüşleri • Çocuğun bakımı ve sağlığı: Çocuk her gün yıkanmalı fakat üşümekten korunmalıdır. Çocuğa mümkün olduğu kadar anne sütü vermeli, günde üç kez emzirmekle yetinilmelidir. • Çocuğun eğitimi ve öğretimi: • Doğan çocuğa babası iyi bir ad koymalı, çocuk sütten kesilir kesilmez, kötü huylar edinmeden eğitimine başlanmalıdır. • Çocuğun ilk eğitimi ahlâk eğitimidir. Bu çocuğu kötü iş ve arkadaşlardan uzaklaştırıp iyi arkadaşlarla oynamasını sağlamak, onu iyi davranışlara teşvik ile olur. Çocuğa fazla baskı yapmamalı, hataları uygun bir biçimde düzeltilmelidir. • Çocuk 6 yaşına gelince okula gönderilmeli, 14 yaşına kadar okutulmalıdır. Öğretmen dindar, dürüst, bilgili, insaflı, temiz, kibar olmalı; çocuk eğitimi ve öğretimini bilmeli, çocukların yeteneklerini tanımalı, onlarla ilgilenmeli ve onları yalnız bırakmamalıdır.

  27. Öğretmen çocuğa karşı ne küstahlık yapabileceği kadar yumuşak, ne de soru soramayacağı kadar sert davranmalıdır. Çocuk bu dönemde iyi arkadaşlarla tanıştırılmalıdır. Böylece birbirlerinin iyi huylarını görür ve daha iyi olmaya çalışırlar; ayrıca aralarındaki doğal rekabet nedeniyle daha başarılı öğrenim yaparlar. İbn-i Sina zengin ve eşraf çocuklarının ayrı özel ders alarak yetişmelerini uygun bulmaz. Çünkü çocuk tek başına öğretmenle karşı karşıya kalmaktan sıkılacağı gibi, çocuklar kendi rahat ve teklifsiz çevrelerinde birbirlerinden çok şey öğrenirler. Çocuklar beraber olunca birbirlerine ve haklarına saygı gösterme alışkanlığı kazanırlar:

  28. İbn-i Sina eğitim ve öğretimim altı türünden söz eder: • Zihnî Öğretim: Öğretmen genel bir konuyu nedenleriyle örnekler vererek açık bir şekilde anlatır. Örneğin kışın su donup genişlediği için kabını parçalamaktadır. • Sınaî Öğretim: Öğretmen araç-gereç kullanmasını öğretir. Testere, rende vb. • Telkinî Öğretim: Öğretmen tekrar ettirerek şiirler ve otların adlarını vs. öğretir. • Tedibî Öğretim: Öğretmenin öğüt ve nasihat yolyla gerçekleştirdiği öğretimdir. • Taklidî Öğretim: Öğretmenin söylediklerinin aynen ve hemen benimsenmesidir. Bunun için öğretmenin güvenilir olması gereklidir. • Tenbihî Öğretim: Öğretmenin öğrenciye çevresinde karşılaştığı olayları, bunların nedenlerini ve etkilerini öğretmesidir.

  29. İbn-i Sina’nın Eflatun, Aristo ve yeni eğitim düşünürleri ile karşılaştırılması ve genel değerlendirilmesi: • Eflatun ve Aristo ile karşılaştırılması: • Eflatun ve Aristo çocuğu toplumun üyesi olarak görmüşler , eğitimi devletin görevi kabul etmişlerdir. Fakat o, eğitimi yalnızca babanın ve ailenin görevi olarak düşünmüştür. • Eflatun ve Aristo ilk eğitimi her çocuk için zorunlu görmekle beraber, bilim ve sanatla uğraşmayı yalnızca hür vatandaşların küçük bir kısmı için ön görürler. Oysa İbn-i Sina eğitim ve bilimi herhangi bir sınıf ve düzey gözetmeden herkes için yararlı görmektedir. • Eflatun ve Aristo meslek ve din eğitimini programa almazlar. Onlar zanaat ve meslek eğitimini hür insanlara layık görmezler. Oysa İbn-i Sina din ve meslek eğitimini çok önemser ve her çocuğun kendi zevk ve yeteneklerine göre bir meslek öğrenmesini ister

  30. “Yeni eğitim” düşünürleriyle karşılaştırılması İbn-i Sina’nın görüşleri “yeni eğitim” denen ve 18. yüzyıldan, özellikle Rousseau’dan beri gelişen görüşlerle karşılaştırınca aralarında önemli benzerlikler görülür: • İbn-i Sina, hangi sınıf ve statüde olursa olsun her çocuğun eğitilmesini istemekle demokratik bir görüş ileri sürmüştür ve bu, yeni eğitimin de temel ilkelerinden biri olmuştur. • İbn-i Sina meslek eğitimine önem vermekle yine yeni eğitimle uyum içerisindedir. • İbn-i Sina, çocuğun okul içinde kendi yaşıt ve arkadaşları ile eğitilmesinin önemini belirterek yine pedagoji ve psikolojinin son bulgularına uygun bir görüş belirtmiş olmaktadır. Böylece o, okulun çocuğun doğal bir ortamı olduğunu ve kişiliğinin gelişmesinde çok önemli bir yeri bulunduğunu 20. yüzyıl eğitimcileri olan Dewey, Alain, Durkheim vs. den önce ortaya koymuştur. • O, öğretmenin çocuğu tanıması ve onun yetenek ve kabiliyetlerini fark etmesi gerektiğini ileri sürmekle Rousseau’dan önce çok önemli bir pedagojik ilkeyi ortaya atmış, çocuklar arasındaki bireysel farklılıkları görmüş ve bunların göz önünde tutulmasını istemiştir.

  31. İbn-i Sina, çocuğun zevk ve ilgilerinin genel eğitim ve meslek eğitiminde göz önünde tutulmasını istemekle yeni eğitimin çok önem verdiği “çocuğun ilgisi” konusunu da işlemiştir. • İbn-i Sina, daha kendisi çocukken “oyun”un çocuğun normal bir faaliyeti olduğunu söylemekle yeni eğitimin temel ilkelerinden birini dile getirmiştir. • O, deneye, gözleme, nedenleri araştırmaya dayanan bir eğitim-öğretim önermekle, değeri yüzyıllar sonra anlaşılan ve Avrupalı eğitimcilercetekrar keşfedilenve hiçbir zaman önemini yitirmeyecek bir pedagoji ilkesini ortaya koymuştur. • İbn-i Sina çocuğun üzerindeki baskıların olumsuz sonuçlarını iyi gözlemiş ve bu alanda günümüz bulguları doğrultusunda görüşler belirtmiştir. • Onun disiplin alanındaki fikirleri bugünün eğitim anlayışı ile paralellik göstermektedir. • İbn-i Sina eğitim ve öğretimde araç-gereç kullanımının öğretimini başlı başına bir konu (Sınaî Öğretim) kabul etmekle eğitim teknolojisinin kurucusu sayılabilir.

  32. BALASAGUNLU YUSUF

  33. Orta Asya’da Balasagun kentinde doğan ve Karahanlılar döneminde yaşayan Balasagunlu Yusuf (1018?-1069’dan sonra) yazdığı “Kutadgu Bilig” (1069) adlı kitapla Türk Eğitim Tarihinde önemli bir yer tutar. Yazar, eserini Kaşgar’da hükümdar Hasan Bin Süleyman Aslan Han’a sunmuş, o da yazarına Yusuf Has Hacib (baş mabeynci, Protokol Müdürü) unvanını vermiştir. Balasagunlu Yusuf, o dönemde Orta Asya kentlerinde Türklerin oluşturduğu zengin kültür ve bilim ortamı içinde yetişmiş, özellikle Farabi ve İbn-i Sina’nın etkisinde kalmıştır.

  34. KUTADGU BİLİG Mutluluk veren bilgi anlamına gelen Kutadgu Bilig, Türkçe, Uygur yazısı ile manzum olarak (6645 beyit) yazılmıştır. Eser aşağıdaki kişiler arasındaki konuşmalardan oluşmaktadır: • Küntoğdı: Adaleti temsil eden hükümdar • Aytoldı: Bilgeliği temsil eden vezir • Öğdülmüş: Aklı temsil eden kişi (Vezirin oğlu) • Odgurmuş: Kanaatı temsil eden kişi (Vezirin akrabası) Kutadgu Bilig, devlet yönetimine ilişkin görüşler taşımakla ve hükümdara öğütler vermekle her şeyden önce bir siyasetnamedir. Kutadgu Bilig, aynı zamanda, insanların iki dünyada da mutluluğunu sağlamayı amaçlayan bir davranış ve ahlâk kitabıdır. Eser çocuk eğitimiyle ilgili görüşlere de yer verdiğinden eğitim bakımından da ayrı bir önem taşır. Nihayet o Türk bilgisinin bir abidesidir.

  35. Kutadgu Bilig’e göre devlet yönetimi • Kutadgu Bilig devlet yönetimine ilişkin çok değerli evrensel kurallar getirmiştir. • Hükümdar en çok bilgiye ihtiyacı olan ve adaletle davranması gereken kişidir. • Hükümdarın kanuna saygı duyması ve onu doğru uygulaması , hükmetme yetkisinin üstündedir. • Hükümdarın devlet görevine getireceği kimseler mümkünse küçükken hizmete girenler arasından seçilmelidir. Onlar, hizmet içinde yetiştiği için hizmet töresini ve usullerini iyi bilirler (Osmanlı’daki Enderun Mektebi’nin kuruluş felsefesi) • Hükümdar bilginlere değer verip onlara danışmalıdır.

  36. Kutadgu Bilig’e Göre Ahlâkî Davranış • Eserde, insanın bilgisini arttırmaya çalışması, az konuşması, öfke, kin ve kibirden kaçınması, acele etmemesi, sabırlı olması, dindar bir hayat sürmesi temel ahlâkî kurallar olarak verilir. • Ahlâkî davranışın ve mutluluğun temel şartı bilgili olmaktır. İnsan ancak bilgili olursa uygun davranışları anlar, yapar, mutlu olur

  37. Kutadgu Bilig’e Göre Çocuk Eğitimi • Baba çocuğunun yetişmesi için emek vermelidir. • Çocuklar fazla nazlanmamalıdır. • Çocuk küçüklüğünde başıboş bırakılmamalıdır. • Çocuklara fazilet ve bilgi öğretilmelidir. • Çocuk ailesi tarafından terbiye edilmelidir.

  38. KAŞGARLI MAHMUT’UN TÜRK EĞİTİM TARİHİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ

  39. Karahanlılar döneminde Türklerin oluşturduğu bilgi ve kültür ortamında yetişen Kaşgarlı Mahmut 1072-1074 yıllarında Araplara Türkçe öğretmek amacıyla yazdığı Divan-ü Lûgat-it Türk adlı dev eseriyle Türkçenin ilk lügatini düzenleyen ve onu öğreten olarak eğitim tarihimizde önemli bir yer tutar. O Arapçanın üstünlüğüne inanıldığı, bilim dili olarak kullanıldığı bir dönemde, Türkçenin daha zengin olduğunu, Arapların bu dili öğrenmesi gerektiğini ileri sürmüş kitabını bu amaçla Bağdat’ta Abbasi halifesine sunmuştur.

  40. Divan sadece zengin bir sözlük değildir. Türk toplumlarının lehçeleri, yaşayışları, inanışları, töreleri ve atasözlerini de kapsar. Türklerin ilk dünya haritası da bu kitaptadır. Bu eser yazıldığı dönemde çok ileri ve kökleri eskilere giden büyük bir Türk uygarlığının varlığını da gösterir. Böylece Kaşgarlı Türklük bilgisinin en eski ve en önemli abidesini meydana getirmiştir.

  41. O, divanının başında eserini yazma nedenlerini şöyle açıklar: “ Ben, yüce Tanrı’nın devlet güneşini Türklerin burcunda parlattığını… yeryüzünde onları egemen kıldığını… dünyadakilerin yönetim dizginlerini onların eline teslim ettiğini, onları herkese egemen ve hak ile güçlü kıldığını, onlara hizmet edenleri Tanrı’nın yücelttiğini ve bu kimseleri kötülerin şerrinden güvenli kıldığını gördüm. Onların kalplerini kazanmak, onların oklarının değmesinden korunmak, söylediklerini dinletebilmek için, onların dillerini konuşmaktan daha güzel bir yol olamayacağına göre bu dile bağlananı onlar kendilerinden sayıp korkudan güvenli kılacaklardır… Bazı imamlardan duydum ki, Peygamberimiz Oğuz Türklerinden söz ederken “Türk dilini öğreniniz, çünkü onların egemenlikleri uzun sürecektir.” buyurmuşlardır. Bu söz doğru ise, Türkçeyi öğrenmek gerekli olur; aslı yoksa, akıl da zaten bu dili öğrenmeyi emreder.”

  42. Ailede çocuğun bakımı, yetiştirilmesi • Anne çocuğunu beşikte yatırır ve sallayarak uyuturdu. • Anne, çocuğunu ninni söyleyerek uyuturdu. • Anneler çocuklarını muhtemelen uslu durmaları için bazı hayali varlıklarla korkuturdu. Abaçı bugünkü anlamda öcü o dönemden kalma bir kavramdır.

  43. Çocuk Oyunları Türk çocuklarının oynadıkları oyunlar hakkında en eski ve en geniş bilgileri bu Divan’da bulmaktayız. Müngüz müngüz: Müngüz boynuz demektir. Çocuklar bir akarsuyun kenarına otururlar. Birisi ebe olur ve “müngüz müngüz” der. Diğer çocuklar “ne müngüz?” diye sorarlar. Ebe, boynuzlu hayvanları teker teker saymaya başlar, Çocuklar da tekrar eder. Bu arada ebe deve, eşek gibi boynuzsuz bir hayvanın da adını söyler. Çocuklardan birisi de yanlışlıkla bu hayvanın adını tekrar ederse oyunu bozmuş sayılır ve ceza olarak suya atılır. Görüldüğü gibi oyun dikkatli bulunmak ve yanılgıya düşmemek esasına dayalıdır.

  44. Aşık:Bugün de yaygın bir oyundur. Koyun, keçi gibi hayvanların ayaklarından çıkarılan aşık denen kemikle oynanır. Çocuklar bu kemiği önlerine atarak onun üste gelen yüzünün taşıdığı anlam ve değere göre oynarlar. Karagun: Akşam karanlığında oynanan bir oyundur. Çenğli menğli: Salıncak oyunudur. Büzüşmek: Halay çekmedir. Tepük: Kıl, yün vs. sarılarak yapılan top ayakla tepilir. Ceviz: Bir çukura cevizlerin sokulması şeklinde vs. bir oyundur. Çelik çomak: Bugün bilinen oyun gibi olsa gerektir., Bebek: Kız çocukları yaptıkları oyuncak bebeklerle oynarlar

  45. TÜRKÇE’Yİ ÖĞRETİM YÖNTEMİ Kaşgarlı Mahmut, dil öğretimi konusunda başarılı bir yöntem izlemiştir. Yöntemin başlıca özellikleri şunlardır: • Medreselerde yapıldığı gibi önce ve hemen her zaman sadece kural verme değil, ilkin çok sayıda örnekten hareket edip kurala ulaşma yolunu izlemiş ve günümüz yabancı dil öğretiminde benimsenen bir yöntemi uygulamıştır. • Dil öğrenmede örneklerin, metinlerin önemini çok iyi görmüş, örneklerini günlük hayattan, atasözlerinden, şiirlerden almıştır. • Dil öğretirken Türk kültürünü de tanıtma amacı gütmüş, bu konuya özel bir önem vermiştir.

  46. Dil öğretiminde tekrarın önemini çok iyi kavradığından, önceden geçen bir kuralı gerektiğinde hatırlatmaktan çekinmemiştir. • İzlediği bu başarılı yöntemleri buluncaya kadar çok çaba harcayan yazar, iki yıl içinde eserini üç kez yazıp beğenmemiş, dördüncü kez yazmıştır. Böylece o, eser yazma yöntemi konusunda da bize yol göstermektedir.

  47. İç Asya Müslüman Türklerinden olan ve Karahanlılar ile Selçuklular yönetiminde yaşayan, Karahanlı Türkçesiyle eserler veren bu iki zat İslâmiyetin ve tasavvuf görüşlerinin Türkler arasında yayılıp kökleşmesinde etkili bir eğitimcilik yaptıkları, etkileri yüzyıllarca geniş yörelerdeki toplumlar üzerinde sürdüğü için üzerinde durulması gereken şahsiyetlerdir.

  48. 900’lü yıllardan beri İç Asya Türkleri arasında, kendilerine sûfi, şeyh, ata, bab, baba, derviş denilen kişiler türemeye başladı. Bunlar her tarafta İslâmiyet’i öğretip yaymak için usanmadan çabalıyordu. Bunun nedeni, özellikle göçebelerin yeni dini henüz yüzeysel bir şekilde benimsemiş olmaları, eski inanışlarından birçoğunu korumaları ve millî destanlara bağlı olmalarıydı. Bazen çaldıkları müzik aletleri eşliğinde ilâhîler, şiirler söyleyip kendilerinden geçen, sırf Allah için iyilikler yapan, Cennetin mutlulukları ve cehennemin azaplarından dem vuran bu dervişleri Türkler, eskiden beri kutsal bildikleri ozanlara benzeterek onlara saygı duyuyorlardı. Çevrelerinde ya da özellikle Anadolu’ya giderek, İslâmî esasları ve veli insan tipi değerlerini yerleştirmeye çalışan bu sufilerin bazılarına Horasan Erenleri denir.

  49. HOCA AHMET YESEVÎ VE AHMET BİN MAHMUT YÜKNEKİ’NİN TÜRK EĞİTİM TARİHİNDEKİ YERİ:

  50. AHMET YESEVÎ (1103?-1166) İlk Türk sufilerinin en önemlilerindendir. İlk Türk tarikatını kurmuş, Divan-ı Hikmet adlı eseriyle etkilerini geniş yörelerde yüzyıllarca sürdürmüşlerdir. Divan-ı Hikmet’te ele alınan konular: Derviş faziletlerine ilişkin övgüler, İslâmî hikayeler ve dinî, ahlâkî sonuçları, Peygamberin hayatı ve mucizeleri, dünya hayatından yakınma, kıyametin yaklaştığını hatırlatma, Cennetin vasıfları, Cehennemin korkunç sahneleri… Böylece Divan-ı Hikmet derin ve şairane bir tasavvuf eseri olmaktan çok dinî ve ahlâkî öğütler, hikâyeler, tarikat usullerine ait öğretici şiirlerden meydana gelmiş, sade bir ahlâk kitabı niteliğindedir.

More Related