1 / 20

DOĞU AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ

DOĞU AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ. ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ. TURGAY BÜLENT GÖKTÜRK. http//www.emu.edu.tr/tbgokturk. 3.2. TÜRK TOPLUM YAŞAMINA DÜZGÜNLÜK VE SAĞLIKLI İŞLERLİK GETİREN DİĞER YENİLİKLER. GENEL.

madeleine
Download Presentation

DOĞU AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ

An Image/Link below is provided (as is) to download presentation Download Policy: Content on the Website is provided to you AS IS for your information and personal use and may not be sold / licensed / shared on other websites without getting consent from its author. Content is provided to you AS IS for your information and personal use only. Download presentation by click this link. While downloading, if for some reason you are not able to download a presentation, the publisher may have deleted the file from their server. During download, if you can't get a presentation, the file might be deleted by the publisher.

E N D

Presentation Transcript


  1. DOĞU AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ TURGAY BÜLENT GÖKTÜRK http//www.emu.edu.tr/tbgokturk 3.2

  2. TÜRK TOPLUM YAŞAMINA DÜZGÜNLÜK VE SAĞLIKLI İŞLERLİK GETİREN DİĞER YENİLİKLER

  3. GENEL Hukuk, eğitim ve ekonomi gibi alanlarda yapılan inkılaplar, Türk Toplumunu modernleştirmede büyük etken olmuşlardır. Bu arada niteliği bakımından bunlarla karşılaştırıldığında daha önemsiz gibi gözüken başka işler de yapılmıştır. Ölçülerin değiştirilmesi, soyadı kanunu gibi yenilikler, harf ve hukuk devrimleri ile karşılaştırıldığında ikinci plandaymış gibi değerlendirilirse hata yapılmış olur. Çünkü Türk İnkılabı bir bütündür.

  4. GENEL İnkılapların temel hedefi, Türk Ulusunu çağdaş uygarlık düzeyine, hatta daha ilerisine ulaştırmaktır. Devrimin bazı bölümleri kapsam ve anlam olarak daha geniş olabilir. Ama bunların hepsi inkılap zincirinin halkalarıdır. Bu konuda göreceğimiz devrim hareketleri, daha çok, temel kurumları ile yenileşmeye açılan Türk toplumuna bir düzgünlük vermek, onu biçimsel bakımdan da modern bir ulus görünümüne sokmak için gerçekleştirilmiştir.

  5. GENEL Zira dış görünüş, içe de yansıyabilir. Yani biçimsel değişiklikler yapılmakla, devrimin bir bütün olarak benimsenmesi ve temel devrimlerin tamamlanması amaçlanmaktadır. Soyadı olmadan kişilerin medeni hukuk alanındaki hakları ve borçları çözümlenemez. Harf İnkılabının yapıldığı yerde Arap rakamlarının ve ölçü birimlerinin bulunması kabul edilemez. Dolayısıyla bu devrimler, bir bütün olarak toplumsal ilişkilere düzen getirmiştir.

  6. KİŞİLİĞİN HUKUK DÜZENİ İÇİNDE BELİRGENLEŞMESİNDEKİ ÖĞE: SOYADI Hukuk açısından "ad" bir kişiyi diğerinden ayıran, o insanı toplum içinde belirleyen bir sözcüktür. İnsanların genellikle iki çeşit adları vardır. Birincisi “özadı” veya “önadı” denilen kendine ait olan addır. İkincisi ise kişinin içinden çıktığı aileyi, soyu belirten “soyadı”dır. Soyadı, kuşaklar arasında bağlantıyı sağlayan bir özelliği adlandırmaktadır. Bu bakımdan da "aile adı" diyebileceğimiz soyadının önemi açıktır. Kişi ancak soyadını kullanmakla toplum içindeki yerini belirginleştirir.

  7. İlk kez soyadı kullanımı ileri kent yaşamına geçmiş ve çok kalabalık bir topluma sahip olan Romalılarda görülmektedir. Türklerde soyadının ilk kez ne zaman kullanılmaya başlandığı kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Anadolu ve Rumeli Türklerinde pek çok ailenin toplumdaki yerini gösteren ünlerini (şöhretlerini) soyadı gibi kullandıkları bilinmektedir. Ancak herkes için kullanma zorunluluğu yoktu. Bundan dolayı başta resmi işlemler olmak üzere pek çok toplumsal ilişkide sorunlar yaşanıyordu. Kişilerin resmi hakları, borçları belirlenirken zorluklar yaşanıyordu.

  8. Resmi makamlar bu sorunu çözmek için şöhretle birlikte baba adını da kullanma yoluna gitmişlerdi. “Manisa’da Karaosmanoğullarından Hasan oğlu Hüseyin” gibi. Şöhreti olmayanlar da baba adı ile anılmışlardı. “Recep oğlu Hüseyin” gibi. Askeri okullarda ise öğrencinin doğum yeri soyadı gibi kullanılıyordu. “Mustafa Kemal Selanik” gibi.

  9. 1926 yılında kabul edilen Medeni Kanunda kişi adının korunması için hükümler vardı. Ama soyadı kullanmak yasal bir biçimde düzenlenmediği için bu amaç gerçekleşemiyordu. Bu kargaşa 1934 yılına kadar sürdü. O yıl kabul edilen bir yasa ile önemli bir sorun olan soyadı meselesi Soyadı Kanunuyla çözüldü. Bunlar nüfus sicillerine de kayıtlandı. Yasa, ırk ve kabile adları, gülünç ve iğrenç sözcükler dışında soyadı seçmede yurttaşı özgür bırakmıştı. 26 Kasım 1934'te kabul edilen yasa ile, o güne kadar özadlarının yanında kullanılan ve toplum içindeki bazı derece ve ayrıcalık durumlarını belirten unvanlar kaldırıldı. Ağa, Hacı, Hafız, Molla, Efendi gibi...

  10. “ATATÜRK” soyadı Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya ayrı bir yasa ile verildi. TBMM Ulusun temsilcisi olduğundan, oybirliği ile kabul edilen bu yasa ile bütün Türklerin O’na bu soyadını verdiği bir gerçektir. Bu soyadı, yalnız O’na bir yasa ile verildiğinden başka hiçbir kimsenin, hatta en yakın akrabalarının bile bu soyadını kullanması mümkün değildir. “ATATÜRK” adı, Türk Ulusunun ilerleme, çağdaş uygarlığa ulaşma ve onu geçme istek ve iradesinin simgesidir. Bu soyadı, Türk Ulusu ile özdeşleşmiştir.

  11. KILIK-KIYAFETİN DÜZGÜNLEŞTİRİLMESİ Toplumdaki bireylerin kılık kıyafetlerinin düzgün olması belki insanların iç yapısının, düzen anlayışlarının da bir aynası sayılabilir. Öncelikle reformcu padişah II. Mahmut, Devlet Örgütünü modern esaslara uygun hale getirmek için çalışmıştır. Yeni kurulan bürokratik yapıda memurların halk içinde saygınlığa sahip olmaları için, din görevlileri dışındaki kamu görevlilerinin o zamana kadar giydikleri cübbe, sarık gibi giysileri yasaklamış, onun yerine bugünküne benzer erkek elbiseleri ve fes giyilmesini uygun bulmuştur.

  12. Batıdaki gibi şapkayı getirmeye cesaret edememiştir. Sarık yerine geçen fes, aslında Ege adalarındaki yerli Rum halkın taktığı bir başlıktı. Fes, toplumda büyük tepki doğurmuş, II. Mahmut dinsizlikle suçlanmıştır. Ama başlangıçta “gavurluk simgesi” olarak lanetlenen fes, zamanla nitelik değiştirerek bu kez “islamlığın vazgeçilmez simgesi” haline gelmiştir. Bu olay, “din” ileri sürülerek yeniliklere karşı gelmenin aslında dinin özüyle hiç bağdaşmadığının bir göstergesidir. O dönemde de aydın kesim fesi kabullenmiş, medreseliler ise sarık takmaya devam etmiştir. Kıyafet alanında da ikilik sürmüştür.

  13. Atatürk, her inkılap adımını “laiklik” ışığı altında gerçekleştirmiştir. Laikliği topluma sindirebilmek için, onun görüntüsünü bozacak ögeleri de toplumdan uzaklaştırmak gerekiyordu. Sarık ve fes Mustafa Kemal'e göre, geriliğin ve eski düzenin simgesi idiler. Toplum temelde yenileşirken, bu kalıplar yenileşmenin ruhuna ve dolayısı ile amacına aykırı düşüyorlardı. Diğer amaç da; kılık-kıyafet gibi sadece örtünme gereksinimini gideren bir işin dinle uzaktan ve yakından hiçbir ilişkisi yoktur. Ama pek çok toplum binlerce yıl bu işi dinle özdeşleştirmiştir.

  14. 2 Eylül 1925'te çıkarılan bir kararname ile devlet memurlarının kılıkları düzenlendi. Memurlar, bütün uygar kişiler gibi giyinecekler ve başlarının üzerinde şapka taşıyacaklardı. Aynı gün çıkartılan bir başka kararname ile din kılıklarını, yani sarık ile cübbeyi, kimlerin taşıyacakları belirtildi. 25 Kasım 1925'te çıkarılan Şapka Kanunu'yla erkekler başlarına bir giysi takmak istedikleri zaman şapka giyeceklerdi. 1934 yılında kılık-kıyafet konusundaki çalışmalar tamamlandı. O yıl çıkartılan bir yasa ile dinsel kılık taşımak sınırlandırıldı.

  15. Bu yasaya göre "hangi din ve mezhebe mensup olurlarsa olsunlar, ruhanilerin mabet ve ayinler haricinde ruhani kisve (giysi) taşımaları” yasaklandı. O tarihe kadar kendinde dinsel bir yetki gören herkes bu kılıkları dilediği yerde ve biçimde taşıyordu. Yalnız belli din ve mezheplerin en üst rütbeli ruhanileri “herbirinden sadece tek kişi” dinlerinin kılıkları ile dolaşabileceklerdi.

  16. Bu değişiklikleri Türk İnkılabı açısından değerlendirecek olursak; - Din ile kılık-kıyafetin hiçbir ilişkisi olmadığının anlaşılması, laiklik ilkesinin yerleşmesi için gerekli idi. - Kılık kıyafet konusundaki düzenleme ile belli mesleklerde belli kılıklar taşımak gereklidir. Askerlik, denizcilik, polislik gibi... - Türk İnkılabında kadınların kılıklarına karışılmamıştır. Atatürk ve çevresindekiler Türk kadınının uygar insana yakışır bir kılıkla dolaşmasını sadece "telkin" etmişler, ama bu konuda yasal bir zorunluluk getirmemişlerdir.(Devlet kurumlarının iç düzenlemeleri hariç)

  17. ÖLÇÜLERİN DEĞİŞTİRİLMESİ İnsanlar, maddelerin ağırlıklarını ve uzunluklarını ölçmek için çeşitli birimler kullanmışlardı. İnsanların gerek günlük yaşayışlarını, gerek bütün toplumsal ve bireysel işlerini düzgün ve aksamadan yürütebilmeleri için zamanı ayarlamışlardır. Yeni kurulan Türkiye Devletinde Hicri Takvim ve Rumi Takvim aynı anda kullanılıyordu. Ekonomik ilişkiler ile bazı önemli siyasal işlerde kargaşa doğuruyordu. Rumi takvim resmi işlerde, hicri takvim ise her yerde geçerli idi.

  18. ÖLÇÜLERİN DEĞİŞTİRİLMESİ 26 Aralık 1925'de Miladi Takvim kabul edildi. Ocak 1926'da uygulanmaya başladı. Modern sayı işaretleri de 20 Mayıs 1928'de kabul edildi. Osmanlı ülkesinde uzunluk ve ağırlık ölçüleri de eski geleneklere göre belirleniyordu. Okka, arşın, endaze, kile gibi ölçüler başta ekonomik yaşam olmak üzere pek çok alanda karışıklığa yol açıyordu. 26 Mart 1931 tarihli kanun ile uzunluk metre, ağırlık kilo birimleriyle ölçülecekti.

  19. SAĞLIK İŞLERİNİN DÜZENLENMESİ Yeni Türk Devleti, 23 Nisan 1920'de kurulunca oluşturulan ilk hükümette sağlık işleriyle görevli bir bakan da yer aldı. Türk tarihinde ilk kez sağlık işleri bir bakanlığa bağlanmıştı. Cumhuriyetin ilk yıllarında hekim ve hastane sayısı artmış; tıp mesleği ve eczacılık kurallara bağlanarak düzenlenmiştir.

  20. DOĞU AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ TURGAY BÜLENT GÖKTÜRK 3.2 http//www.emu.edu.tr/tbgokturk

More Related