1 / 107

TEMEL KAVRAMLAR

TEMEL KAVRAMLAR. SAĞLIK . HASTA OLMAMAK!!!

lorant
Download Presentation

TEMEL KAVRAMLAR

An Image/Link below is provided (as is) to download presentation Download Policy: Content on the Website is provided to you AS IS for your information and personal use and may not be sold / licensed / shared on other websites without getting consent from its author. Content is provided to you AS IS for your information and personal use only. Download presentation by click this link. While downloading, if for some reason you are not able to download a presentation, the publisher may have deleted the file from their server. During download, if you can't get a presentation, the file might be deleted by the publisher.

E N D

Presentation Transcript


  1. TEMEL KAVRAMLAR

  2. SAĞLIK • HASTA OLMAMAK!!! • 1900’lü yılların başından itibaren çeşitli bilimler, kendi perspektifleriyle sağlık ve hastalık kavramlarını tanımlamaya çalışmışlar; bazı tanımlarda fiziksel, biyolojik alana vurgu yapılırken, bazı tanımlarda psikolojik, bazılarında da sosyal alana vurgu yapılmıştır. • Biyolojik Açıdan Sağlık; Bir canlının kendi hücresel çekirdeğinde şifreli bütünlüğünü ve kararlılığını korumak yolunda oluşmuş maddesel örgütlenişin bir bozukluk olmaksızın çalışması ve aynı canlının daha üst düzeyde bir örgütlenişi başarabilmesi sürecidir.

  3. Parsons’a göre, sağlık bireylerin işlevsel olma yeteneğidir. Toplumsal yaşam içerisinde her bireyin belirli rol ve sorumlulukları vardır. Birey bu rol ve sorumluluklarını yerine getirebiliyor ise sağlıklıdır. • Bu tanıma göre kişi işlev görebildiği sürece sağlıklıdır; oysaki bazı kişiler hastalık belirtilerini deneyimlemelerine rağmen kendilerini hasta olarak tanımlamayabilir. Ayrıca kronik hastalıklarda hastalığa ve tedaviye uyum sağlandıktan sonra günlük işlevlere dönme söz konusudur. Bu durum bireyin sağlıklı olduğu anlamına gelmemektedir.

  4. DSÖ (1947) sağlığı, sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil, aynı zamanda fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik hali olarak tanımlamıştır. • Bu tanım, sağlığın tek boyutlu değil, çok boyutlu bir olgu olduğunu vurgulamakta, sağlığı bütüncül bir yaklaşımla ele almaktadır. • DSÖ’nün tanımına kadar sağlık, hep ölüm, hastalık ve sakatlık gibi sürece negatif yönden yaklaşan göstergelerin olmayışı olarak tanımlanmıştır. Yani olumsuz bazı durumların olmayışı pozitif bir olgunun göstergesi olarak kabul edilmiştir. • Sağlık tanımlarında bu ölçütlere uzun süre bağlı kalmanın iki temel nedeni bulunmaktadır; • a)Ölüm ve hastalık gibi negatif göstergelerin ölçülmesindeki kesinlik ve kolaylık, • b) Sağlığı pozitif yönden tanımlayabilecek, ölçülebilir nitelikteki pozitif göstergelerin bir türlü saptanamamış olması

  5. DSÖ’nün Tanımına Eleştiriler • Kişiler hangi kriterlere ulaştıkları takdirde sağlıklı olacaklar ya da hangi standartları yerine getirdiklerinde tam bir iyilik halinde olacaklardır? • Bu tanıma göre kimin ne kadar sağlıklı olduğunu ölçmek mümkün olmamaktadır. Bir zamanlar güzel görünme uğruna, ayaklarının büyümesini önlemek için çok dar ve metalden yapılmış ayakkabılar giyen Japon kadınlar fiziksel olarak rahatsızken sosyal yönden tam bir iyilik halinde miydiler?

  6. Illich’egöre sağlık, Çevredeki değişimlere uyum sağlayabilme, büyüyebilme ve yaşlanabilme, hastalandığında iyileşebilme, acı çekebilme ve ölümü huzurlu bir şekilde bekleyebilme yeteneğidir. Sağlık acıyı ve onunla birlikte yaşamak için gerekli tinsel gücü de içerir. Burada sağlık, toplumun sosyo-kültürel yapısına, bireyin biyolojik gelişimi ile bu gelişim sürecinde ortaya çıkan değişimlere uyum sağlama süreci olarak değerlendirilmektedir.

  7. Capra, sağlığın bir insanın canlı organizmaya ve onun çevresiyle ilişkisine bakış açısına bağlı olduğunu, zamana ve kültürlere göre bu bakış değiştikçe sağlık anlayışlarının da değişeceğini belirtir. Ona göre, sağlık kavramı bireysel, toplumsal ve ekolojik boyuta sahip olmakla birlikte, organizma olarak bir sistem ve onu çevreleyen bir sağlık sistemi anlayışı ile ele alınabilir. Capra, sağlığın bireysel düzeyde algılanma durumuna vurgu yapmakla birlikte, kişinin içinde bulunduğu çevre ve toplum değiştikçe sağlığa yüklenen anlamların da değişeceğini ileri sürmektedir. Ayrıca bu tanımda sistem yaklaşımıyla bireyin iç sistemi ile onun çevresini saran sistemlerin de sağlık üzerinde etkili olduğu dile getirilmektedir. İnsan bedeni çeşitli işlevler bakımından birbirini tamamlayan, aralarında kusursuz bir uyum ve işleyiş olan hücrelerden dokulara, dokulardan organlara, organlardan sistemlere doğru bir bütünlük gösterir. Herhangi bir birimden biri bile görevini yerine getirmediğinde rahatsızlıktan hastalığa, hastalıktan ölüme değin pek çok problem ortaya çıkabilir. Aynı zamanda, insanın bedeni dışında, onu çevreleyen toplumsal sistem ile bu sistemi oluşturan aile, ekonomi, kültür, din, sağlık sistemi gibi alt sistemler de kişinin sağlık ve hastalık durumu üzerine önemli tesirlerde bulunmaktadır.

  8. Aggleton’a (1990) göre, sağlığı tanımlamanın birçok yolu bulunmaktadır. En belirgin ayrım ise resmi tanımlar ve resmi olmayan tanımlar şeklindedir. Resmi tanımlar, sağlık profesyonellerinin tanımlarıdır. Resmi olmayan tanımlar ise sağlıkla ilgili konularda profesyonel olmayan kişilerin sağlığa ilişkin algılamalarıdır.

  9. SAĞLIK KAVRAMININ AÇIKLANMASINA YÖNELİK MODELLER • 1. Tıbbi Model • 2. Holistik Model • 3. İyilik Modeli • 4. Çevre Modeli

  10. TIBBİ MODEL • Bu model, sağlığın tanımını sadece hastalığın, yani vücudun herhangi bir yerinde bir dizi semptom ve işaretlerle kendini belli eden, bazı patolojik bulguların ya da anormalliklerin yokluğu şeklinde yapmaktadır. • Dolayısıyla bu modele göre sağlık, hastalığın olmadığı zamanlarda ya da hastalığın yokluğunda var olmaktadır. • Sağlığın negatif yönden tanımlanması, ölçülmesinde de hastalığın esas alınması sonucunu doğurmuştur. Sonuçta da mortalite ve morbidite istatistikleri ile bir toplumun ne kadar sağlıklı veya ne kadar sağlıksız olduğu konusunda karar verilmiştir. • Bu modele yönelik en önemli eleştiri IvanIllich tarafından yapılmıştır. Buna göre, Illich modern tıpta meydana gelen uygulamaların (gereksiz yere ameliyatların yapılması , kullanılan ilaçların yan etkileri vb) kişilerin hastalanmasına ve sağlık statüsünün bozulmasına neden olduğunu savunmaktadır. • Bu model, hastalıkların sosyal nedenlerini ve hastalığın tanımlanmasındaki sosyal gelenekleri önemsememektedir.

  11. HOLİSTİK MODEL • Sağlığı bir insanın bütünüyle sağlıklı olma hali olarak tanımlamaktadır. • Bu model sağlığı, tıbbi model gibi, hastalık ve zayıflık gibi negatif açıdan ele alma yerine , sağlığın pozitif yönü ve iyilik hali gibi kavramlar üzerine odaklanmaktadır.

  12. İYİLİK MODELİ • Bu modelde sağlık, hissetme durumu olarak tanımlanmaktadır. • buna göre sağlık kavramı, profesyonel olmayan kişilerin sezgisine göre fiziksel iyilik hali, rahatlık, enerji ve faaliyetleri yerine getirebilme yeteneği olarak açıklanmaktadır. • Sağlık kavramı, başarılı, verimli ve yaratıcı bir hayat için kişisel uygunluk olarak da ifade edilmektedir. • İyilik modelinin temel hedefi, iyilik halini sağlayıcı koşulları yükseltmektir. Bunlar; • 1. Fiziksel aktivite • 2. Bilinçli beslenme • 3. Stres Yönetimi • 4. Kendine karşı sorumluluktur.

  13. ÇEVRE MODELİ • Çevre modeli, sistem teorisinin ürünlerinden ve sonuçlarından biridir. • Sistem teorisi, bireylerin davranışlarını ve sistemleri geniş bir çevre içinde analiz etmektedir. Bu modeldeki sağlık tanımı, oldukça geniş ve evrensel bir tanım niteliği taşımaktadır. • Wylie sağlığı, canlı varlığın, organizmanın çevresine uyum sağlayabilmesi için gösterdiği sürekli olarak devam eden mükemmel bir uyum, adaptasyon olarak tanımlamaktadır. Hastalık ise hatalı bir durum ve uyumsuzluk olarak nitelendirilmektedir. • Romana ise sağlığı, organizmanın aşırı ağrıdan, rahatsızlıktan, yetersizlikten veya normal faaliyetlerini de içerecek şekildeki kısıtlamalardan etkilenmeyecek şekilde bir denge kurabilme ve sürdürebilme kapasitesi olarak tanımlamaktadır. • Sigerist’e göre ise sağlık, yaşama karşı mutluluk dolu tavırlar ve hayatın kişinin önünde koyduğu sorumlulukları mutlu ve anlayışlı bir biçimde kabul etmedir.

  14. HASTALIK KAVRAMI • Tarihsel süreç içinde, hastalık kavramının yanı sıra hastalık nedenlerinin ve hastalığa özgü tedavi yollarının önemli ölçüde değişiklik geçirdiğini görmekteyiz. • Tarım öncesi avcılık ve toplayıcılıkla uğraşan toplumlarda, insanlar hayatlarını genellikle çevresel nedenlerle ve av kazaları sonucu kaybetmiştir. Tarım toplumlarında hava, su, yiyecek ve vektörlerle bulaşan enfeksiyon hastalıkları yaygınlaşmış ve salgınlar çok sayıda insanın ölümüne yol açmıştır. Günümüz modern toplumlarında ise enfeksiyon hastalıkları yerine kronik hastalıklar yaygınlaşmış; dejeneratif hastalıklar, kalp hastalıkları ve kanser ölüm nedenlerinin başında yer almaya başlamıştır. • Hastalık kavram olarak iki farklı anlam içerir: • 1. Medikal açıdan hastalık (disease) • 2. Toplumsal-kültürel içerikli bir kavram olarak hastalık (illness)

  15. Medikal açıdan hastalık (disease), • Tıbbi açıdan hastalık, doktorun bakış açısından veya nesnel anlamda bir durumu ifade etmektedir. Tıbbi açıdan hastalık, belirli işaret ve semptomlarla kendisini gösteren patolojik bir anormalliği göstermekte, doktorun hastayı muayene etmesi ve tıbbi literatüre göre kişinin subjektif yakınmalarını bir hastalık tanısına bağlaması anlamına gelmektedir.

  16. Toplumsal-kültürel içerikli bir kavram olarak hastalık (illness), • Sağlıksızlığın veya patolojik sürecin sonuçlarının birey tarafından algılanması, bireyin ağrı, acı vb. duyma durumunu belirtir. Subjektif olarak algılanan hastalık (illness) organik bozukluğun neden olduğu sonuçları değişik derecelerde etkiler ve bu sonuçlardan etkilenir. Bu etkileme ve etkilenmenin değerlendirilmesi, hasta bireyin sosyoekonomik, sosyo-kültürel ve psikolojik konumuna göre farklılıklar gösterir.

  17. Patolojik bir anormallik olmadan birey kendisini subjektif anlamda kötü hissedebileceği gibi, tam tersine subjektif anlamda hasta ve rahatsız hissetmediği halde patolojik anlamda hasta olabilir. • Doktora giderken bireyin hissettiği rahatsızlık durumu “illness”, doktorun saptadığı hastalık durumu “disease”, doktordan evine dönerken kişideki hastalık hali “sickness” olarak ifade edilmektedir

  18. Hastalık durumu ikincil kazançlar için kullanılabilir. Kişinin başa çıkamadığı durumlarla karşılaşması durumunda bir savunma olarak, bireysel başarısızlığı rasyonalizeetmek için, çevrenin dikkatini çekmek için kullanılabildiği gibi, kişinin çevresindekiler üzerinde psikolojik baskı uygulaması yoluyla bir sosyal kontrol aracı olarak da kullanılabilmektedir.

  19. HASTALIK DAVRANIŞI • Mechanic’e göre hastalık davranışı (illnessbehaviour), fiziksel belirtilere gösterilen bireysel cevabın değişiklik gösteren yönlerini; bireylerin iç durumlarını nasıl izlediklerini, tanımladıklarını, hastalık belirtilerini nasıl açıkladıklarını, ne şekilde davrandıklarını, çare niteliğinde başvurdukları yöntemleri ve formal ve informalbakımın değişik kaynaklarını ne şekilde kullandıklarını açıklayan bir kavramdır. • Herlich insanların hastalıklara üç şekilde baktıklarını saptamıştır; • a) Yıkıcı olarak hastalık • b) Bir kurtarıcı olarak hastalık • c) Bir iş olarak hastalık

  20. Hastalık, bireylerin toplum içindeki normal rollerini sürdürmeye bir engel olarak görülüyorsa ve sosyal gruplardan dışlanma ile sonuçlanıyorsa yıkıcı olarak algılanmaktadır. Hastalığı bu şekilde algılayan insanlar sosyal izolasyonu sınırlamak amacıyla sıklıkla hasta olduklarını kabullenmezler ve bu nedenle genellikle doktora danışmazlar. • İnsanlar sosyal yükümlülüklerinden muaf tutulduklarında hastalığı olumlu bir deneyim olarak algılamakta ve hastalığa kurtarıcı olarak bakmaktadırlar. Genellikle bu kişiler tıbbi yardımı hasta rolüne yasal girişi sağlamak için ararlar. • Hastalık bir iş olarak görüldüğünde ev işleri veya para ödenen işlerde olduğu gibi çalışma zorunluluğu olan bir şey olarak düşünülmektedir. Özellikle kronik hastalığı olan bir birey, gününün önemli bir kısmını hastalığına ve tedavisine göre düzenlemeler yapmakla geçirir.

  21. Bireyin kendini hasta olarak algılamasında ve yardım aramaya karar vermesinde hastalık tipinin ve gözlenen belirtilerin önemi vardır. Aniden başlayan ve şiddetli belirtiler gösteren hastalıklarda bireyler yardım almanın gerekliliğine daha çabuk kanaat getirirler. Genellikle şiddetli ağrı ya da yüksek ateş gibi göze çarpan belirtiler gözlendiğinde birey durumu ciddi olarak algılar ve tıbbi yardım aramaya yönelir. Yavaş ilerleyen, günlük yaşam akışını bozmayan, hafif belirtilerle seyreden kronik hastalıkların başlangıç aşamasında ise bireyler doktora başvuru yapmayabilmektedir.

  22. Hastalık sürecinin bir göstergesi olarak tanımlanan hastalık belirtileri bulunmasına rağmen bireyler hekime başvuru yapmayabilirler. Zola hastalık belirtileriyle baş etme yeteneğini hastalık davranışının önemli bir belirleyicisi olarak göstermiştir. O, insanların çok hasta olduklarında danışmaktan ziyade, hastalık belirtilerine uyum yetenekleri bozulduğunda daha sık danıştıklarını ileri sürmüştür.

  23. Zola tıbbi bakıma karar verme sürecini etkileyen 5 “tetikleyici” saptamıştır. • a) Kişisel bir krizin varlığı ( örneğin, aile içinde bir ölüm gibi) • b) Sosyal ve kişisel ilişkilerin engellendiğinin algılanması • c) Yaptırımın olması (çevresindeki kişilerin yardım alması gerektiği konusunda baskı yapması) • d) Mesleksel ya da fiziksel aktivitelerin engellendiğinin algılanması • e) Belirtiler için zaman tanıma (son bir zaman belirleme, örneğin, eğer pazartesi de aynı şekilde hissedersem …….gibi).

  24. Mechanic ve Volkart tıbbi yardım alma kararını etkileyen hastalığa ilişkin dört boyut saptamışlardır. • a) Bir toplumda hastalığın ne sıklıkla ortaya çıktığı • b) Hastalık bulgularının iyi bilinmesi • c) Hastalık sonuçlarının tahmin edilebilirliği • d) Hastalıktan kaynaklanması muhtemel kayıp ve tehdidin büyüklüğü

  25. Bireylerin hekime başvurma sürecinde yalnızca hastalık varlığının değil aynı zamanda bireylerin hastalık belirtilerini nasıl yorumladıklarının anlaşılması önem taşır. Mechanic bireyin hastaneye gitme sürecini etkileyen 10 değişken belirlemiştir. • a) Belirti ve işaretlerin olağandışı algılanması ya da bu belirti ve işaretlerin görünebilir, tanınabilir olması • b) Belirtilerin ne ölçüde ciddi olarak algılandığı (yani kişinin şimdi ve gelecekteki olası tehlikeyi hesaplaması) • c) Belirtilerin aile, çalışma yaşamı ve diğer sosyal aktivitelerini ne ölçüde bozduğu • d) Belirti ve işaretlerin ortaya çıkış sıklığı ve ısrarcılığı • e) İşaret ve belirtileri değerlendiren kişinin dayanma gücü

  26. f) Kişinin algıladığı belirtilere ilişkin ön bilgisi, kültürel tutum ve anlayışı • g) Hastalığı reddetmeye neden olan temel ihtiyaçlar • h) Hastalık tepkileriyle mücadele etmeye yönelik ihtiyaçlar • i) Hastalık tanımlandığında, belirtilere atfedilen olası yorumlarla mücadele etmeye hazır olma • j) Tedavi kaynaklarına ulaşabilme durumu, fiziksel yakınlık, yardım almanın psikolojik ve parasal giderleri (yalnızca fiziksel mesafe, para, zaman ve çaba harcama yönünden değil, aynı zamanda küçük düşürülme duygusu, sosyal mesafe konması ve damgalanma gibi giderlerinin olması)

  27. SAĞLIK ANTROPOLOJİSİ • Sağlık konusu her ne kadar özelde tıp, genel olarak da sağlık bilimlerinin uğraşı alanı olarak gözükse de, sosyal bilimler her zaman sağlık konuları ile ilgilenmiş, sağlık ve hastalık kavramları, konu ve sorunları üzerinde çalışmıştır”. Sosyal bilimler ve Tıp biliminin yakınlaşmasından doğan yeni bilimsel disiplinlere en iyi örneklerden biri “Sağlık Antropolojisi” ya da “Medikal Antropoloji”dir. • Elmacı’ya göre sağlık antropolojisi, “sağlık ve hastalıkla ilgili bir olguyu kültürün bütünü içerisinde açıklayan; toplumda yoğunluk gösteren sağlık sorunlarının kültürün öteki öğe ve kurumlarıyla ilişkilerini, etki ve etkileşimlerini inceleyen, farklı sosyal-kültürel yapılarda hastalık ve sağlık anlayışının, tedavi biçimlerinin nasıl farklılaştığını göstermeye çalışan bir disiplindir”

  28. Sosyal Kültürel Antropoloji’nin uygulamalı uzmanlık alanlarından biri olan Sağlık Antropolojisi, sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi çalışmalarının başarıya ulaşmasında çok önemli bir rol oynamaktadır. Çünkü sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi için öncelikle hizmet götürülen toplumun sosyal kültürel yapısının ve geleneksel sağlık-hastalık sisteminin iyi tanınması gerekmektedir. • Geleneksel sağlık sistemi içinde yer alan inanç ve uygulamalar kendi içinde sistemleşmiş bir bütünü oluşturur. Geleneksel kültürde hastalığın nedeni ve kaynağı konusunda farklı algılamalar söz konusudur. Sağlık, insanın doğaüstüyle ilişkisi ile sosyal ve doğal çevresiyle olan ilişkilerinin dengeli olması iken; hastalık ise bu ilişkilerdeki dengenin bozulması olarak algılanmaktadır. • Tedavi biçimi de hastalığın nedeni belirlendikten sonra tayin edilmektedir.

  29. Tıp, büyü ve din, insanların kendilerini çevreleyen dünya karşısındaki davranışlarını belirleyen geniş bir sosyal süreçler kümesini ifade eden soyut kavramlardır. Modern toplumlarda yaşayan insanlar, bu üç süreci aşağı yukarı kesin çizgilerle birbirinden ayırabilirler. Ancak ilkel ve geleneksel toplumlarda bu üç süreç birbiriyle yakından ilişkili ve iç içe geçmiş bir durumda olduğu için tıp ya da sağlıkla ilgili davranışlar genellikle dinsel ve büyüsel inanç ve uygulamalardan etkilenmektedir . • Geleneksel kültürde de modern sağlık hizmetlerinin kabul edilmesini engelleyen sosyo-kültürel faktörlerden en önemlilerinden birinin de dinsel ve büyüsel inançlar olduğu söylenebilir. Hastalıktan kurtulmak için dinsel ve büyüsel inanç ve uygulamaların en yoğun olarak görüldüğü mekânlar ise adak yerleri, özellikle de türbelerdir.

  30. Tıbbi Antropoloji alanında yapılan ilk araştırmalar 1900’lü yılların başında daha çok Etnomedicineİncelemeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle antropolog ve Doktor William Halse R. Rivers’ın 1924’de yazdığı «Tıp, Büyü ve Din» eseri ilk örnek arasında gösterilir. • Bunun yanında tıbbi antropolojinin hastalık ve sağlığı etkileyen sosyo-kültürel etkenlerle ilgilenmeleri daha geç dönemlere rastlar. Bunun en temel sebebi ise antropoloji biliminin o dönemde yanlış tanınmasıyla alakalıdır. Özellikle yeraltı bilimi, kafatası bilimi ve arkeoloji gibi alanlarla karıştırılması tıp mensuplarının konuya ilişkin çalışmalara ilgi duymamalarında son derece etkili olmuştur.

  31. 1950’li yıllara gelindiğinde, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında halk sağlığı ve epidemiyolojideki gelişmeler tıp mensuplarını sosyal bilim verilerini kullanmaya zorlamıştır. Bu dönemde beklenmedik salgınlar yaşanmış ve salgınlara neden olan etkenleri kontrol altına almak tıp mensuplarınca güç hale gelmeye başlamıştır. Salgınların sebepleri üzerinde yapılan yoğun çalışmalar sonucundan sosyal etkenlerin önemi daha iyi anlaşıldı. Bunun yanında özellikle farklı coğrafyalarda modern tıbbi uygulamaların uygulamada işe yaramaması nedeniyle, tıp alanında toplum, kültür ve değişme kavramlarına ilgi duyulmaya başlandı.

  32. Tıbbi antropoloji çalışmalarında 1970’li yıllar ve sonrasında bir patlamanın yaşandığını görmekteyiz. Afrika’da gerçekleştirilen çalışmalar bu alanda göze çarpmaktadır. Tıbbi antropolog SuzanneLeclerc-Madlala’nın Güney Afrika’nın Kwa- Zulu-Natal eyaletinde gerçekleştirdiği çalışmada, geleneksel şifacılara cinsel yoldan bulaşan hastalıklar ve HİV üzerine bölgedeki şifacılara dönük bir eğitim programı düzenlenmiştir. Hastalığın bulaşma yolları, hastalığı önlemek için yapılabilecekler, belirtilerin teşhisi, kayıtların tutulması ve hastaların yerel kliniklere ve hastanelere yönlendirilmesini hedef alan çalışmada “etkin” özelliğe sahip geleneksel tedavi yöntemleri modern HİV/AIDS ile mücadele yöntemleri bir arada uyum içinde ve tamamlayıcı nitelikte sunulmaya ve Zulu şifacılarının bunları benimsemesi sağlanmaya çalışılmıştır.

  33. Bu çalışmada Suzanne, Afrika’daki geleneksel şifacılığın AIDS çağında geliştiğini vurgulayarak, bunun nedenini anlamak için sağlığı anlama, açıklama ve yorumlamada kullandığımız kavramsal çerçeveyi değiştirmemiz gerektiğini savunmaktadır. Yöntemleri, karşılaştırmalı ve bütünsel bakış açısıyla antropoloji, AIDS sorunu çözmek için gereken anlayış değişikliğini başka hiçbir disiplinin yapamayacağı şekilde gerçekleştirebileceğini belirtmiştir.

  34. Bir başka çalışmada ise ABD’nin Maliye Bakanlığının Program Değerlendirme ve Yöntembilim Bölümünde sosyal bilimler çözümlemeleri yapan bir antropolog olan Dr. Margaret Boone, 1979’da Washington D.C.’nin devlet hastanesinde gerçekleştirilen uzmanlık çalışmalarındaki sonuçlar dikkat çekmektedir. Çalışmanın amacı, kentsel alanda yaşayan siyahlar arasında sağlık durumu kötü olan anne ve bebeklerin toplumsal-kültürel temellerini anlama ve bulguları ilgili resmi ve özel kuruluşlara iletmekti. Boone, durumu şöyle özetliyordu: “ Sorun ölümdü. ABD’de görülen en yüksek bebek ölüm oranıdır. Washington D.C.’de yaşamlarının ilk yıllarında ölen bebek oranı, ABD’nin diğer büyük şehirlerine göre çok daha yüksekti ve kimse nedenini bilmiyordu.”

  35. Washington’da, ABD’nin geri kalanında olduğu gibi, olumsuz koşullarda yaşayan siyah kadın sayısının artmasından dolayı bebek ölümleri Afrika kökenli Amerikalılar için önemli bir sağlık sorunu hale gelmişti. Bu kadınların bebekleri beyaz bebeklere göre iki kat daha yüksek bir oranda ölüyordu. Boone’nin çalıştığı hastanede hizmet sunulan kitle, ağırlıklı olarak yoksul Afrika kökenli Amerikalılardı. • Boone, bir buçuk yıl boyunca doğum, ölüm ve sağlık kayıtlarını gözden geçirdi, istatistiksel çözümlemeler yaptı; bebeği ölen kadınlarla, hemşirelerle, doktorlarla, sağlık görevlileriyle ve yöneticilerle görüştü. Bu arada kendisinin de belirttiği gibi, kayıtlar ve istatistiksel çözümlemeler ne kadar önemli olursa olsun, kentli siyahların üreme sorunlarını anlamada esas bilgi kaynağı, doğum ve ölüm merkezinde, yani hastanede çalışma deneyimi olmuştu.

  36. Boone’un vardığı sonuçlara göre, bebek ölümleri ve düşüklerin sebeplerini şu şekilde sıralamaktadır. • • Doğum öncesi sağlık hizmetlerinin alınamaması • • Alkol ve sigara kullanımı • • Hamilelik ve hastanede kalma dönemlerinde yaşanan psikolojik sıkıntılara • • Şiddet vakalarına • • Etkin olmayan doğum kontrol yöntemlerine • • Erken yaşta hamile kalmaya • • Birkaç uyuşturucunun aynı anda kullanımı

  37. Kültürel etmenler arasında ise, • • Ölen bebeğin yerine yenisini yapma isteği • • Çocuklara verilen büyük değer • • Doğacak çocuğu hesaba katmadan hamile kalma • • Aile planlaması yapmama • Kadın ve erkeğin birbirine güvenmemesi • • Babanın aile oluşumunda rol almaması

  38. Boone’un çalışmasının sonuçları göz önünde bulundurulacak bebek ölümlerine ilişkin politika ve programlarda önemli değişiklikler yapılmıştır. Artık sorunun yalnızca tıbbi çözümlerle halledilemeyeceğini kabul etmektedir. Kentli Afrika kökenli Amerikalıların sağlık durumuyla bağlantılı toplumsal ve kültürel etmenleri ele almak bile büyük ilerleme sağlayacaktır. Ve yeni hizmet sunma sistemleri, bu gerçeği yansıtmaya başlamıştır.

  39. Batılı toplumlarda biyo-medikal mikrop kuramı kabul edilse de dünyanın diğer toplumlarında bu durum geçerli değildir. Örneğin, Afrika’nın güneyinde Swaziland’da çoğu hastalığın kara büyüden ya da atalarının kendilerini korumaktan vazgeçmesinden kaynaklandığına inanılır. Batılı tıbbın etkili olduğunun kabul edildiği alanlarda bile şu soru egemendir: neden bu hastalık bu insanın başına geldi? Bu nedenle, hastalığın tedavisi için Swaziler şifalı bitki uzmanlarına, ataların ruhlarıyla iletişime geçtiğine inandıkları medyumlara ve yakın zamanda da Hıristiyan şifacılara başvurmuşlardır. Ne yazık ki, geleneksel şifacıların kullandığı bitkisel ilaçlar etkili olsa da ve yapılan ayinlerde hasta ve ailesinin stresinin ve kaygılarının azaltılması, hastanın iyileşmesinde önemli rol oynasa da bu gibi insanlar tıp çevreleri tarafından birer soytarı olarak görülmektedirler.

  40. Her yüz on kişiye bir geleneksel şifacının, her on bin kişiye bir doktorun düştüğü bir ülkede doktorlar ve şifacılar arasında yapılacak bir işbirliğinin yararı ortadır. Bunu ilk ortaya koyan kişi antropolog Edward C. Green olmuştur. Harward Halk Sağlığı Okulu’nda araştırmacı olan Green 1981 yılında, Birleşik Devletler Uluslararası Kalkınma Kurumu tarafından desteklenen Kırsal Alanda Sudan Kaynaklanan Hastalıkların Denetimi Projesi çerçevesinde araştırmacı olarak Swaziland’a gitti. Su ve sağlık hizmetleriyle ilişkili bilgi, tutum ve uygulamaları anlamak için oraya giden Green, klasik anketlerin eksikliklerinin bilincindeydi. Bunun yerine açık uçlu görüşmeler yaptı ve katılımcı gözlem yöntemini kullandı. Görüşme yaptığı ve kendisine bilgi veren kişiler, geleneksel şifacılar, hastaları ve kırsal sağlık eylemcileriydi. Yaptığı bu çalışma sayesinde GreenSwazilerin hastalıklar ve tedavi kuramları konusunda derin bilgi sahibi oldu.

  41. Geleneksel uygulamaların olumlu katkısını anlamaya dönük bir niyetle yola çıkmış olan Green, doktorlarla işbirliği yapmanın da yollarını bulmuştur. Örn. Geleneksel şifacılar Afrika’ya dışardan gelmiş hastaların tedavisinde Batı kökenli tedavilerden yararlanıyordu ve geleneksel ilaçlara çocuklara, soluma ya da bir tür aşıyla veriliyordu. Yani geleneksel olmayan ilaçlar ve aşılar, geleneksel yöntemlerle sunulduğunda kabul ediliyordu. Her iki tarafın da kuşkularını göre Green ve Swazilili ortağı Lydia Makhudu, sağlık bakanlığına hem sağlık görevlilerinin hem de yerli şifacıların üzerinde çalıştığı bir sorun olan bebek ishali konusunda işbirlikli bir proje önerisinde bulundu, ishal sorunu halkta kaydı yaratıyordu ve şifacılar bu gibi hastalıkları önlemek için bir yöntem arıyordu. Aslında ishali önlemek için geleneksel tedavilerle uyum gösteren bir tedavi yöntemi mevcuttu: Ağızdan sıvı alma, yani bir dönem boyunca ağızdan bazı bitkisel karışımların alınması tedavisi.

  42. Pilot projede şifacılara ağızdan alınacak tuzlu sıvılar dağıtıldı ve talimatlar verildi. Sonuçlar olumlu gelişti. Böylece sağlık görevlileri işbirliğinin yaralarına ikna oldular; şifacıları da paketlerin kendilerine verilmesinin hükümetin kendilerine duyduğu güvenin göstergesi olarak algıladılar. O zamandan beri AIDS, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve tüberkülozun önlenmesinde ortaklaşa çalışma konusunda önemli adımlar atıldı. Bütün bu çabalar, yerleşik inanç sistemleriyle uyum içinde yürütülebilecek yöntemlerin bulunmasının önemini göstermekteydi. Çok sık yapıldığı gibi, geleneksel inançlara doğrudan karşı çıkmak, insanlar arasında gerginlik, karmaşa ve kızgınlık yaratmak dışında bir işe yaramamaktadır.

  43. Medikal antropolojinin kuramsal bir bütünselliğe ulaşması ve bir disiplin olarak ortaya çıkması on dokuzuncu yüzyılın ortalarına denk düşer. Bu tarihten sonra medikal antropolojinin üç ana eksende geliştiği söylenebilir. • Bunlardan ilki ‘medikal ekoloji’dir. Bu yaklaşımı benimseyenler insan topluluklarını ‘biyokültürel’ bakış açısıyla ele alırlar ve sağlığı/hastalığı ekolojik sistemdeki ilişkilerin karşılıklı etkileşiminin bir ürünü olarak görürler. Ayrıca medikal ekologlar zaman zaman analizlerinde evrimci bakış açısına da müracaat ederler. Bu sayede insan-kültür-çevre ilişkilerini analiz etmede tarihî boyut da işin içine katılmış olur. • İkinci araştırma alanını tanımlamak için ‘etnotıp’ ya da ‘etnotababet’ terimleri kullanılır. Etnotıp incelemeleri, farklı kültürlerde hastalıkların nasıl algılandığı ve Batının rasyonelliğine aykırı görünen sağaltım sistemlerinin iç mantığını anlamaya yönelmiştir.

  44. Bu iki kuramsal açılımın yanı sıra, ‘uygulamalı medikal antropoloji’ denen üçüncü bir alt disiplinden söz edilebilir. Her ne kadar başlığında ‘uygulamalı’ sıfatı yer alsa da bu alan aslında yalnızca ‘uygulama’dan ibaret değildir; dünyanın değişik bölgelerinde ve kültürlerinde tıbbî uygulamaların sosyal ve ekonomik yapılarla ilişkilerini analiz eder. Buradan da anlaşılacağı üzere uygulamalı medikal antropoloji bir yandan değişik coğrafya ve kültürlerde ortaya çıkan sağlık sorunlarına etkin şekilde nasıl müdahale edileceği üzerine kafa yorarken diğer yandan da sağlık-kültür-toplum-ekonomi-siyaset ilişkilerini çözümlemeye yönelik teorik açılımların peşindedir

  45. Uygulamalı medikal antropoloji konusu gereği sağlığın ve hastalığın toplumsal olarak nasıl inşa edildiğiyle yakından ilgilidir. Medikal ekoloji ve etnotıp yaklaşımları çerçevesinde çalışmalarını yürüten araştırıcılar inceledikleri topluma ilişkin sosyal ve kültürel dinamikleri analizlerine dâhil etmektedirler. Ancak bu bakış açısının yeterli olmadığı, daha bütüncül çözümlemeler için küresel ve bölgesel politikaların ve ekonomik ilişkilerin de dikkate alınmasının gerekliliğini dile getiren çevreler bulunmaktadır. İşte bu çevreler geliştirdikleri yeni bakış açısı ve analiz metodu için ‘eleştirel medikal antropoloji’ terimini kullanmayı tercih etmektedirler.

  46. Türkiye’de Sağlık Antropolojisi • Türkiye’de 1970 ve sonrasında Hastalık-sağlıkla ilgili folklorik çalışmalar dışında tıbbi antropoloji alanına yönelik sosyal bilimciler tarafından yapılmış üç araştırmacı göze çarpmaktadır. Bunlar Türkdoğan(1972), Gençler(1974) ve Elmacı(1976). Özellikle Nurten Elmacı’nın Diyarbakır polikliniklerinde gerçekleştirdiği çalışmasında kadınların %62.7’sinin doğumda yerli ebeyi tercih ettiğini saptamıştır. Sebeplerine baktığın da ise kadınların hastanede doğum yapmayı pahalı ve masraflı bulması, hastanede azarlanma korkusu ve hastane işlemlerinin zor gelmesi gibi nedenleri gün yüzüne çıkarmıştır. Bu ve bunun gibi tıp alanında yapılan tıbbi antropoloji çalışmaları, birçok toplumsal sağlık sorununda sosyo-kültürel ve sosyo- ekonomik unsurları açığa çıkarmaktadır.

  47. Günümüzde tıbbi antropoloji çalışmaları iki ana kolda gelişiminiz sürdürmektedir. Bunlar, antropologların hastalık ve sağlık alanında yaptıkları araştırmalar ve tıp mensuplarının antropoloji verilerine ilgi duymaları sonucunda yapılan araştırmalar şeklinde sıralanır. Günümüzde tıbbi antropoloji tıbbi alanda hastalıkların evrimsel tarihi ve gelişimi üzerinde de pek çok çalışma yapılmaktadır. Şeker hastalığı gibi yaşadığımız yüzyılın en önemli kronik hastalıkların evrimsel tarihteki izlerine bakarak bu hastalıkların nasıl ortaya çıktığı konusu aydınlatılmaya çalışılmaktadır. Bunun yanında antropogenetik alanında yapılan çalışmalar hem insanlık tarihi konusunda önemli bilgiler sunar hem de günümüzün genetik hastalıklarının kökenine inmemize yardımcı olarak, bu hastalıkların tedavisi ya da önlenmesi konusunda ciddi gelişmeler sağlanmasında yardımcı olmaktadır.

  48. Eleştirel Medikal Antropoloji • Son çeyrek yüzyıl içerisinde gelişen bu yeni yaklaşım, sağlık ve hastalık olgularının toplumsal inşasını anlamak için konuya iki farklı düzlemden yaklaşılması gerektiğine vurgu yapar. Birinci düzlem, küresel ekonomik ve siyasal gelişmelerin sağlık yapısı üzerindeki etkilerine değgindir. Bu çerçevede, dünya ekonomik sistemi, emperyalizm, sömürgecilik ve neo-liberalizm gibi yoksulluğu ve eşitsizliği üreten yapılar tetkik edilmeden ve bunların ilgili toplumsal birim(ler)e yansımaları açığa kavuşturulmadan hastalığın/sağlığın toplumsal inşasını anlamak mümkün değildir. Daha genel bir ifadeyle, sağlığı ve hastalığı ekonomik ve siyasî gelişmelerden ayrı düşünmek ve anlamaya çalışmak resmin genelini görmemekle eşanlamlıdır. Gerçekten de yaşanan siyasal ve ekonomik gelişmeler, söz konusu olguların her geçen gün nasıl daha derinden metalaştırıldığını ve yeniden üretildiğini açıkça gözler önüne sermektedir.

  49. Eleştirel medikal antropolojinin vurgu yaptığı ikinci düzlem toplumsal yapı ve ilişkilerin kendi iç dinamiklerine değgindir. Her ne kadar sağlık ve hastalığın toplumsal inşasının anlaşılmasında küresel politikalar önemli bir yer tutsa da, daha kapsamlı ve bütüncül analizler için bu da yeterli değildir. Bunun gerçekleştirilebilmesi için, toplumdaki iktidar ve güç ilişkilerini de masaya yatırmak gerekir. Bu çerçevede sınıf ilişkileri, toplumsal cinsiyet, ırkçılık ve ırksallaştırma süreçleri ve gelir adaletsizliği gibi olguları da analizlere katmak ihtiyacı vardır.

  50. Eleştirel medikal antropolojiyi ve benimsediği yaklaşım tarzını, yakın zaman önce Peru’da meydana gelen kolera salgınından hareketle daha iyi açıklayabiliriz . Bilindiği üzere kolera patlak verdiğinde yapılması gereken ilk iş semptomların hemen tedavi edilmesidir. Çünkü gerekli sıvı ve elektrolit replasmanı yapılmazsa salgına yakalanan bireyler 24 saat içerisinde kaybedilebilir. Bu sırada vakit kaybetmeden koleranın kaynağı tespit edilmelidir. Üçüncü aşamada ise halk sağlığına özgü yaklaşımlar benimsenerek, toplumun geneline temiz su kullanımı ve bu suyun nasıl elde edileceği eğitimi verilmelidir. Dördüncü ve son aşamada ise, halkın tümü için içilebilir nitelikte su temin edilmelidir

More Related